İŞTE DÜNYAM!

 
Karşımızdakini Anlamak ve Toplumu Kapsamak:
 
Toplumda insanlar kendi haklılıklarını anlatmak için karşısındakileri suçlayacak eleştirilere yönelirler, genellikle bu kişisel yaşamımızda toplumsal yaşamımızda ve siyasal hayatımızda örneklerine çok sık rastladığımız bir durumdur. Bu durum 'sen dili' ve 'ben dili' olarak tanımlanır:"Sen dili genellikle karşı tarafı suçlayıcı bir konuşma tarzıdır. Sen dilini kullanan kişiler genellikle karşı tarafı eleştiren bir söylemde bulunurlar. Bu konuşma tarzı kişinin hissettiklerinden çok kişiliğe yöneliktir. Sen dilini kullanan kişiler karşı tarafın kendini anlamasına engel olarak savunmaya geçici bir tavır almasına neden olurlar.  Bunun yerine karşımızdaki insanlarla iletişim kurarken ben ne hissediyorum? Ben ne düşünüyorum? Bunu karşımdaki kişiye en iyi nasıl aktarabilirim? Bunun üzerine odaklanmamız gerekir. Karşımızdaki kişiye kendimizi anlatmanın en iyi yolu ben dilini kullanmaktır. Ben dili kullanılarak kurulan cümleler, asıl amaca ve yaşanan durumun ne düşündürdüğünü ve ne hissettirdiğini karşı tarafa aktarır.
Sen dili ve ben diline örnek verecek olursak;
İşe neden gelmedin? ( sen dili)
İşe gelmeyince seni çok merak ettim, endişelendim( ben dili).
Her akşam telefonla oynuyorsun. Bırak şu telefonu, saa kaç defa söylemem gerekiyor yeter artık(sen dili).
Telefon oynaman, benim kendimi, yalnız hissetmeme neden oluyor. Bu durumda beni çok üzüyor( ben dili)."
Tabii günlük hayatımızda örneklendirdiğimiz bu olay mesela politikada söz gelimi iktidar partisinin üyeleri demeçilerini şu şekilde verseler: "Memlekette yollar, hastaneler, okullar, stadlar açtık; yatırımlar yaptık, bunları iyi niyetle ve gayretli olarak yapmaya çalıştık, bizden sonra gelecek iktidar temsilcilerine, muhalefetteki rakiplerimize, örnek olması bakımından da özenerek, yaptık onlar da iktidar oldukları zaman bizim yaptıklarımızı örnek alarak daha iyisini yapmaya gayret edeceklerdir, biz de her yaptığımızdan sonra daha iyisini yapmak için gayret göstererek onlara iktidarı vermemeye çalışacağız." Muhalefetdeki partiler de: "Elbette görev başındaki yönetim, iyi niyetli olarak çalışıyor, olsa da, bir takım hizmetlerde aksamalar, meydana geliyor, önerilerimize dikkat ederek o aksamaların önüne geçerlerse, biz de iktidar olduğumuz zaman, daha iyi bir memleket buluruz. Memleketteki problemlerle ilgili önerilerimizi bir paket halinde kendilerine sunuyor ve yardım etmeyi taahhüt ediyoruz, amacımız hep beraber mutlu ve müreffeh bir Türkiye yaratmak olacaktır." Propaganda ve eleştiri bu şekilde olsa, ne güzel olurdu, değil mi? Ama maalesef öyle olmuyor. 
İyilik insanı güzelleştirir. Kötü daima daima çevreyi kirletir. Kötü unsurlarla yapılan reklam tutmaz, fesatın sonundan aydınlık çıkmaz. Aydınlık günler dilerim.
 

Gurur ve Kibir:
 
İnsan doğasının temel iki unsuru. Aslında birbirine yakın anlam ifade eden, gurur ve kibir kimi zaman insanın başına dert olur. Haksız yere gururlanmak veya başkasının incitecek şekilde kendini üstün gören kibirli insanlar dert odağı haline gelirler. Toplumda bunun bariz örnekleri özellikle politikada ve magazin dünyasında  örneklerine çok sık tanık olmaktayız.
Filozof Schopenhauer, gurur ve kibir arasındaki ayrımı şöyle verir: “Tabiatımızın burada betimlediği budalalığı, temel olarak üç sürgün verir: Hırs, kibir ve gururdur bunlar. Son ikisi arasındaki fark ise şudur : Gurur, bir insanın, belirli bir yönden kendi üstün değerine yönelik zaten sabit olan yargısını esas almaktadır; oysaki kibir, başkalarında da böyle bir kanı oluşturma arzusudur ve genellikle, bu arzuya, sonunda kendi kendisini de aynı şeye ikna etmeye yönelik gizli bir umut eşlik eder. Şu halde, kişinin kendi kendisine aşırı saygı göstermesi olan gurur, içten kaynaklanır; dolayısıyla, doğrudan kişinin kendi takdiridir; buna karşılık, kibir ise, böylesi bir saygıya, dışsal olarak yani dolaylı bir biçimde ulaşma çabasıdır. Dolayısıyla kibir insanları, konuşkan, gurur ise suskun kılar.” 
'Bana ödül bu ödülü vermenizden dolayı gurur duydum.', 'Milli takımımızın başarısı bizi gibi ifadeler gururun doğal olarak kimyasını oluşturur. Ancak "en iyisini biz yaparız, bizden daha iyi kimse yapamaz, yapmazsam adam değilim, adamsan çık karşıma." gibi ulu orta ifadeler kendilerini yüksekte görmeler elleri arkalarında dolanmalar kibir göstergeleridir. Unutulmamalıdır ki yüksekten uçanlar yere düştüklerinde fazlaca zayiat verirler belki de silinirler. Gururlanmaya yakın, kibirden uzak durmaya çalışacağınız günler dilerim.


Gülşen: Vatan ve Millet sorunu mu?
 
Ülkemizde tuhaf şeyler oluyor, kim, neyi, ne için yapar; anlamak mümkün değil? Anlaşılan ruhsal sorunları olan bir hanımefendi, sahnede tuhaf bir şey söylemiş, toplumun büyük bölümünün hassasiyet duyduğu bir konuda bir kelam etmiş, sonunda da kendisine tutuklama kararı çıkartılmış. Hukukun düzgün işlemesi güzel şey, her olayda; eğer düzgün işliyorsa, hukuk gerçekten de çok güzel bir şey, eğer siz çocuk istismarı yapanları, devlet düzenini bozanların sosyal medya faaliyetlerini veya sokak eylemlerini, devlet düzenini bozmaya yönelik camide vaaz veren vaizlerin eylemlerini, eğer anında cezalandırabiliyorsanız; Atatürk'e hakaret eden zavallıları, hassas bir şekilde cezaevine götürebiliyorsanız size feda olsun Gülşen'ler. Ama siz sırf "laf olsun" diye iki gün sonra serbest bırakacağınız birini, tutuklayıp; iki gün sonra da serbest bırakıyorsanız, sizin eyleminiz gerçekten masum bir eylem değildir; açıkça söylüyorum toplum ve devlet düzenine yönelik bir eylemdir. Tutukladığınız, bana göre zavallı bir kadın ("tabii şimdi çoğunluk para içinde yüzüyor, bir giydiğimi bir daha giymiyor, bir aldığını bir daha almıyor, şu kadar parası, bu kadar malı, bu kadar arazisi var." derseniz haklısınız, ama zenginlik her şey değildir) belki de bu satırların yazıldığı sırada, tutukluluk hali kaldırılacak, ne yaptınız? Zaten zavallı olan birini Kahraman yaptınız. Ne yaptınız? Yukarıda sıraladığım insanları tutuklamadığınız, için nefret kazandınız, kimler nefret kazandı? Kimlerin sempatisi arttı? Hesabını elbette göreceksiniz. Söz konusu olan şarkıcı; öteden beri olayların insanı halindedir, bazen açıkladığı yasak aile ilişkileriyle, bazen giydiği kıyafetlerle, 'hatta ilk çıkan şarkısıyla' olay olmuş bir kadındır. Yakınları, sevenleri; ona akıl verip, psikolojik tedavi almasını sağlamak yerine, tuhaf hareketlerine devam etmesi, bu kötü sonucu belirlemiştir. Bu arada bu tutuklamayı bahane ederek devleti hakir görmeye, sosyal medyada çılgınlık yaratarak; sosyal medya linci yaratanlar; kahraman olmaya çalışmasınlar, zaten tutuklayanlar tutukladıkları kişiyi 'kahraman!' yaptılar.
Allah, herkesin akıl ve beden sağlığını korusun.
Meşhur Yalanlar:
Bugünkü konumuz, dillere pelesenk olmuş, hiçbirimizin yabancısı olmadığı, söylendiği anda ne olduğu anlaşılan hoş, 'boş' sözler ya da yalanlar. 
En bilinenlerden başlayarak gidelim: 'bakarız ya da düşünürüz!' birini bekletmek kadar, günah olan bir davranış, hiç ilgilenmeyeceği bir konuda söz vermek anlamına gelen; 'bakarız ya da düşünürüz' lafı birinden bir şey istediğinizde, size söylenecek bir söz, söylendiği anda umudunuzu kesin, yalana inanmayın, beklemeyin. Çünkü en büyük ızdırap birini veya bir şeyi beklemektir.
İkinci sözümüz, herkesin bildiği ya da duyduğu bir magazin sözü: "o sadece benim bir arkadaşım!" İnsan gerçekten arkadaşı olan birisi için sadece kelimesini kullanarak arkadaşlığını basitleştirir mi? İnanır mısınız siz bu lafa? Benim bildiğim Kadir bile inanmaz! Bu söz, özellikle bir ilişkiyi sonlandırdıktan sonra, olası yeni ilişki için söylenir. Kısa süre sonra da doğruluğu anlaşılır. Bir  ilişkiden henüz çıkmış birisi, yeni tanıdığı birisiyle veya yakın çevresiyle ödünleme mekanizması kurarak bir ilişkiye başlar, genellikle ilişkiye başladığı kişinin de ya bitmiş ya da bitmekte olan bir ilişkisi vardır. Dolayısıyla söz söylendiğinde komediye dönüşür.
İlişkileri, yılan hikayesine dönmüş çiftler::"ne zaman evleneceksin?" sorusuna, "daha vaktimiz var, bakalım, önümüzdeki günler ne gösterecek?" ya da 'evlenmeyi düşünmüyoruz?' 
Politikacı vaatleri yalan sözlerin başında gelir. Hatta bazen öyle ileri giderler ki: "Kayseri'ye deniz getireceğim!" vaadi bile bir vakıadır. 
"Ben idareyi ele aldığımda "hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek!" 
Ne kadar inanılır bir söz değil mi? Her çocuğu nasıl ve ne şekilde doyuracak buna müsait bir bütçe var mı?
 Bazen de eldeki imkanlar kullanılarak abartılı krediler açılabilir. Bunların hepsi masum insanları kandırmaya yönelik yalan sözlerdir. En güzel sözü eski bir Milli Eğitim Bakanı söylemişti. "Şu okullar olmasa, Milli Eğitim'i ne güzel idare ederim?" 
Siz siz olun, yalan söylemeyin, boş yalanlara da asla inanmayın.
Herkese mutlu günler ?
 
Hasret:
Özlem ya da Hasret: bugünkü konumuz içimizi burkan bir sözcük: Hasret! Şiirlere konu olmuş, şarkılara konu olmuş; özleme duygusu çokça insanları ağlatmıştır. Eskiden yapılan bir şeye özlem, sılaya özlem, uzağa giden bir arkadaşa özlem, sevgiliye özlem, doğaya özlem ve anneye özlem!
Özlem güzel anları şiddetle hatırlama duygusudur, hatıraları yaşama, hatıralara olan istek duygusudur, mesela Nazım Hikmet Ran:
"Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
 
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına dalmayalı"
Necip Fazıl'da bu durum:
"Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda
Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda..."
Yani şair söylemesi gereken şeyleri, aklında tutmuş ama unutmuş ya da yutmuş. Hani derler ya: "ya söyle, ya sus!" Şairin söyleyemediği şeyler hasreti olmuş. 
Cahit Külebi
"Şimdi tarlalarda güneş vardır.
Karlar donmuştur otların uçlarında..
Artık akşamları dinlenemem
Başım avuçlarında. "
Mısralarda ne güzel anlatıyor şair doğaya özlemi, uzaklara özlemi, tabiat hasretini, sanki yaşıyor! 
Özlemlerin en ulvisi en kutsal anne özlemidir.
'Gelebilsem sana, başımı yine koysam dizlerine ve ellerinle okşasan saçlarımı… İşte o zaman tüm derdim, tasam uçup giderdi, yok olurdu annem…' şeklindeki duygu seli anne özleminin anne sıcaklığının şiirsel olmasa da duygusal ifadesidir. Son olarak Mudanya'da ve Ünye'de kaymakamlık yapmış olan Ömer Bedrettin Uşaklıgil'in 'Deniz Özlemi' şiirini buraya alıyorum, son mısradan şiirin Ünye'de yazılmış olduğu anlaşılıyor:
"Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor
Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum
Nasıl yaşayacağım ey deniz senden uzak
Yanıp sönüyor gözlerimde fenerin
Uyuyor mu limanda her gece sallanarak
Altından çivilerle çakılmış gemilerin?
Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgarı
Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil...
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları
Ufkunda yükselmeyen güneşler güneş değil
Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?"
ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI
Evet Hasret çeşit çeşit, en önemli hasretlerden birisinin anne hasreti olduğunu belirtmiştim. Daha önemlisi vatan'dan dışarıya çıkıp da, içeriye girişte, 'Vatan toprağını öpmek yok mu?' İşte o hasretlerin en kıdemlisi. Ne diye dua ediyor şair? 
"Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda."

Laiklik, Resmi nikah, dini nikah ve ötesi:
Kavramlar arasında kaybolmak, bir şeyi inadına savunmak, savunduğu şeyi kendi sosyal ve siyasal çıkarları uğruna kullanmak, insan doğasında bir adalet yoksa; yapılacak ilk şeydir. En ufak şeyde "laiklik elden gidiyor!" diye, fırtına koparmak; ya da "bunlar kafir adeti!" diye cıngar çıkarmak, maalesef kimi insanımızın bilindik tavırlarıdır. 
Laiklik ya da laisizm, dini kuralların veya dinsizliği devlet yönetiminde egemen olmaması için genel geçer bir tanımdır;  laiklik dinsizlik olmadığı gibi, din de değildir. Sadece  kamunun yönetimde; insanları, din, dinsizlik ya da mezhep gibi unsurlara ayırmadan karar vermesidir. 
İmam nikahı veya Resmi nikah; evlenen çiftlerin evlilik akdi ile birbirine bağlandıklarında, maddi sorumlulukları ve manevi sorumlulukları tespit etmek için yapılan bir işlemdir. Bu işlemi bazısı kilisede yapar, bazısı müftülükte yapar, bazısını da görevli; belediye temsilcisi, bazısında görevli müftülük temsilcisidir. Bizim bu konuda, 'hangisi iyi, hangisi kötü?' diye bir değerlendirme yapmamız, doğru olmaz. Ancak önceki bir yazımda anne ve babaların dikkat etmesi gereken karşı cinslerin ilişkisi ile ilgili   yazıda da, "illa şu olsun, illa bu olsun!" diye bir öneride bulunmadım; ancak ailelerin, ebeveynlerin, bilgilenmesi için; durumu saptadım. İslam dininde esas, kadının korunmasıdır; bu bakımdan herhangi bir ilişkide çocuk sahibi olmak, kadını son derece de zor duruma düşüren, korumasız bırakan, bir durumdur; çünkü böyle bir durumda kadın tek başınadır, ikiliden birisi ortada yoktur; böyle bir durumda, ortaya çıkan çocuğun da sıfatına 'piç' damgası yapıştırılacaktır. Bu utanılası durumun izale edilmesine yönelik çarelerden biri imam nikahıdır. 
Gerek laiklik gerekse imam nikahı birbirinden çok ayrı konulardır. Türkiye'de imam nikahı ile dini nikahın birleştirilmesi bu yönde atılmış bir adımdır. Kimileri beğense, kimileri de beğenmese de... Ama dikkat edilmesi gereken şey; cami avlularında, yol kenarlarında, çöp bidonlarında bulunan sahipsiz bebekleri düşünmek gerekir. Ben bu konuda bir taraf değilim; 'illa da şu olsun, bu olsun da!' demiyorum; durumu apaçık: iman tahtanıza yani vicdanınıza sunuyorum. Allah herkese vicdan rahatlığı versin ?
Gelmekte olan, gelirse, ne yapacak?
Gelmekte olan gelirse:
Aklımı kurcalayan sorular, deli sorular. 15 Temmuz darbe girişiminde gözaltına alınan tutuklanan hüküm giyen insanları; 'haksız olarak yargıladılar!' diye salacaklar mı? Yurt dışına kaçmış Fetoş kaçkınlarını, meşhur savcıyı, zaman editörü baş yazarı, meşhur kundakçı'yı, Hakan Şükür'ü, Sedat Peker'i, "bunlar masumdur." diye yurda getirecekler mi? 'Yurtta sulh, cihanda sulh' iradesiyle 'genel af' mı ilan edecekler? "'Toplumsal Barış' süreci." diyerek PKK ve uzantılarına af çıkarılacak mı? Neden yurt dışına kaçtığı belli olmayan, aslında açık seçik belli olan yazarlar, çizerler affedilecek mi? 'Güçlü parlamentoya dayalı hükümet sistemi' diye Başbakanlık sisteminden, "parlamento çoğumuz çoğunluğumuz yok!" diye vazgeçecekler mi? 'Saray' dedikleri, Beştepe'deki (kampüsü) 'külliyeyi' üniversite  yapacaklar mı? Yoksa orada, onlar da oturacaklar mı?  Çarşı, pazar dolaşıp, 'hayat pahalılığı' söyleminde bulunanlar, ücretlilerin maaşlarını, öngördükleri mesela 10.000 lira seviyesine çıkaracaklar mı? Bugün yüksek buldukların doları; söz gelimi, 10 liranın altına düşürebilecekler mi? Kiralama ile yapılan, altyapıyı, otoyolları, devlet garantisini alıp, yapılan ödemeleri durdurabilecekler mi? 
Neyler görelim neyler? Mevlâ'm neylerse, güzel eyler!
Mutlu günleriniz olsun efendim. ??

Kukla Oyunu:
Kuklayı oynatan kim?
‌Size bugün kimseyi kırmamak adına, kişiselleştirmeden, olaylar bütünü ve arkasındaki gerçekleri anlatacağım. Günümüzde uyuşturucu ve alkol bağımlılığı apaçık bir gerçek iken, insanların beyinleri söylemlerle ve eylemlerle uyuşturulmaktadır. Mesajlar subliminal bir şekilde işlenmektedir, her harekette, her resimde, her karikatürde, her eylemde bilinçaltına yerleştirilmek istenen sonuca odaklanma gerçeğidir. "Haberiniz olsun biz geliyoruz!" Söylemi; değişik bir formatla, slogan haline getirilip, kişinin ve grubun özgüvenini arttıran, inancını yükselten bir söylem biçimidir. Herkes bu söylemeye inanacak ve ona göre konumlanacak. Birden birisi alışık olunmadığı sanılan bir eylem biçimi ile bir amaç sorumsuzunda kalkıp bir yerden bir yere gidiyorsa, buna uzaktan birisinin cevaz verdiği açık bir gerçektir. Eğer 'Tek Türkiye' dizisini izlemişseniz, kumandayı elinde tutan, bugün bir takım eylemleri okyanus ötesinden yönlendirmektedir. Yani buradaki sahnenin gerisinde uzaklardadır. Gerek televizyon kanallarında, gerekse sosyal medyada, aynı söylemi aynı yüzler söylemektedir. Mesela özellikle bir kanalda sırasıyla aynı yüzler mikrofon başına geçmekte ve aynı şeyleri aynı mı yüklerle söylemektedir. Yani bilinçaltı yinelemelerle nakış nakış işlenmektedir. Siz sanıyorsunuz; bu konuşuyor, bu yazıyor, bu hareket ediyor; hayır, uzaktan hareket ettiriliyor! Anlaşılan o ki amaç hasıl olana kadar asla ve kata kukla oyunu bitmeyecektir. Solucan diye bir hayvan vardır; bir yerini kesersiniz, hayvan ölmez, yaşamını sürdürür. Türkiye düşmanı canavarı için verdiğim bu örnek solucan adına üzücüdür. Allah'ım zalimlere, Türkiye düşmanlarına, dolar severlere, dönmüşlere, döneceklere, döneklere fırsat verme ya rabbi ?

Beden Dili:
Beden dili ile kişilik analizi:
Normalde insanları beden dilleri ile karakterize edebilirsiniz, genelleme yapmadan, aşağıdaki unsurların birini ya da bir çoğunu, bir kişide buluyorsanız; onun sözlerinin doğruluğunu, mutlaka araştırmalı çek etmelisiniz.
Özellikle söz söylerken, konuşurken başını çok hızlı bir şekilde sağa sola sallaması, dudaklarını yalaması, bir yerlerini kaşıması, burun bölgesini kaşıması, konuşurken aniden duraksaması, oturuyorsa ayaklarının titretmesi, panik içinde hareket etmesi, avuç içlerini saklaması, konuşmasının bir yerinde efelenmesi,    'şunu söylersem yer yerinden oynar', 'çok önemli belgeler var açıklayacağım', 'adamsan çık karşıma', 'senin havanı ben söndüreceğim'... v.b. gibi konuşmanın bir yerinde bu tarz söylemler, söyleyenin  yalancı olduğunun psikoloji biliminin doğruladığı bir gerçektir. Özellikle politikacılar, çok yüksek sesle konuştuklarında, aslında çok inanmadıkları bir şeyi anlatmaya çalışırlar, inanmış insan savını hoş bir tonla tane tane anlatır. Tabii Hakkı yenerek çığlık atma pozisyonuna gelmiş olanlar bu cümlenin dışındadır, haksızlık; haksızlığa uğrayanı cinnet seviyesine kadar da getirir. Özellikle yalan söyleyene, çok kızan birine 'yalan söyledin' iftirası kendi adıma cinnet nedenidir. 
Bir amacı gerçekleştirmek için, organize olmuş yalan örgütleri, aynı cümlelerle yazılı veya sözlü ortamlarda aynı yalanı yaymaya çalışırlar. Günümüzde Twitter denilen mecra; adeta vücudun ifraz ettiği gazdan daha çok ve daha hızlı şekilde, yalan üretmekte, toplumu kandırmaya, bir malı almaya, birini linç etmeye veya kendini öne çıkarmaya yönelik, bir merkez haline gelmiştir!
Kendinizi bu merkezin takipçisi yaparak  ruh sağlığınızı tehlikeye atmanın ötesinde, oluşan kafa karışıklığı doğru karar vermenizi de  engellemektedir.
Vücut dilinin ınstagram'la beraber, görsel medyaya yansıması, insanların birbirlerine oradan, 'gel gel' yapmaları, çok takipçisi olanların bunu da, 'al al' yapmaları, kimi minisi ile, kimi mayosu ile, kimi kaslarıyla, kimi göğüsü ya da kalçası ile beni de, 'gör gör' yapması; beden dilinin görsel medyaya yansımasıdır. Herkese hayırlı günler ?
Beka ve Zeka
Hain America ve onun yerli işbirlikçileri, Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye üzerindeki emellerini çeşitli örgütlerle ve hatta iktidarların içinde sürdürmüşlerdir. Bu durum 2009 yılına kadar istedikleri şekilde devam etmiştir. Ne var ki o tarihlerde iktidar, Amerika’nın oyunlarının farkına varmış ve bu konuda önlemler almaya başlamıştır. Artık istediği gibi diş geçiremeyeceğini anlayan Amerika, 1970’lerde örgütlediği FETOŞ terör örgütünü 2009’dan itibaren Türkiye’nin üzerine sürmüştür. Her zaman hazırda beklettiği bu örgüt yurdun bütün organlarını bir ahtapot gibi ele geçirmiş ve adeta bir canavara dönüşmüştür. Siz 15 Temmuz darbe girişimini bitti sanıyorsunuz; halbuki bu hala devam etmektedir. 24 Haziran seçimleri istedikleri gibi olmayınca ağustos ayında dolar saldırısı ve sonrasında patates ve soğanla onun ardından da kış aylarında yaz sebze ve meyvelerinin aşırı fiyatlanması; ve bu fiyatlanmayı koz bilerek yerli journalistlerin medya organlarında seslendirerek diğer meyve ve sebzelerinde fiyatlarında artışa sebep olmuşlar bu şekilde de gıda enflasyonu tetiklenmiştir. Zalimin oyuncuları ve yerli işbirlikçileri harekete geçirmiştir. Bir televizyon kanalında her gün “bittik, yok olduk” edebiyatı yapılarak acıtasyonla her şeyin kötü gittiği intiba uyandırılarak 31 Mart seçimlerinde iktidara daha fazla belediye kaybettirilerek oy düşüşü sağlayıp demokratik ortamı deforme etmeyi amaçlamaktadırlar. 31 Mart yerel seçimleri Amerika’nın ve onun yerli işbirlikçilerinin ve malum TV kanallarının son umududur. 31 Mart seçimleri vatan hainlerinin istediği gibi sonuçlanırsa muhalefet kanalındaki bir partiden 20, bir başkasından da 25 milletvekili istifa ettirilerek iktidar kanalından da mümkün mertebe çok sayıda milletvekilini transfer ederek bir parti kurdurtup, siyası ortamı terörize ederek “iktidar meşrutiyetini kaybetti, erken seçime gidilmeli” nidaları ile iktidarı seçime davet edip akılları sıra bir sivil darbe yapmanın peşine düşmüşlerdir. “Belediye seçimi ile bekanın ne alakası var” diyen gezizekalılar bekayı nereden bilecekler, durumun farkına var Türkiye’m
Dalkavukluk ve Yalancılık
İnsan organizması, düşünsel olarak ve anatomik olarak çeşitli şekillerde oluşmuştur. Ya doğuştan gelen bir takım genetik faktörler ya da çevre faktörü ile beraber oluşan karakter yapısı, insanları, doğru, dürüst, yalancı, dalkavuk, yalaka, dobra... gibi çeşitli karakter özelliklerine ya da tiplemelere yol açmıştır. Öncelikle, dalkavukluk: çıkarı için birine veya bir gruba yararanma, doğrudan sapma doğru bile olsa, kraldan çok kralcı olma gibi tezahürler gösteren özelliklerdir. Dalkavuğun tipik yapısı erkekse: eli ceket düğmesinde, ya iki eliyle ya da tek eliyle yakasını birleştirir pozisyonda tutuyor olmasıdır. Dalkavuk kadınsa, namaz kılan kadınların ellerini koydukları yerde, ellerini tutarak dalkavukluk yaptığı kişinin peşinden yürümesidir. Dalkavuklar, yaranmak istediği kişiye yararlanndığı sürece, itaat eder,  yararlanma süreci bittiğinde, gemiyi ilk terk eden fareler gibi, derhal başka bir itaat merkezine doğru hareket ederler. Bazı dalkavuklar, çok yönlü davranırlar, mesela çevresindeki insanlardan bir bölümünü A odağına, diğer bölümünü B odağına, bir bölümünü de C odağına dalkavukluk yapmak üzere görevlendirir. Yani, herhangi bir güç kaybında, zarar görmemek için, kendisini konumlandırır, bununla ilgili çok tipik bir örnek var. Çok uluslu televizyonlara iş yapan, Fetö yetiştirmesi bir medya mensubu, şu anda bir odakta dalkavukluk yaparken, yandaşlarının bir bölümü Fetö tarafına, diğer bölümü; çalıştırdığı adamlardan biri veya ikisi şu anda dalkavukluğu yaptığı odağın tam karşısındakine, yüz binlerce lira bağışta bulunmuştur. Gün gelecek belki kendisi de: "ben sizdenim." diyebilecektir. Geçen gün, komedi programlarından birini yapan, sözünü ettiğim kişinin, jürisi olan yani ekmeğinin büyük bir bölümünü ondan kazanan, bir  talk showcunun tweetini gördüm; devlet erkine: "istifa et,  artık.":diyordu. Peki devlet erki bundan haberdar mı? Konumuzun ikinci bölümü: yalancılardır. Yalancılar, organizma itibarıyla dudaklarını yalayarak, konuşan, "yapmazsam, adam değilim ya da adamsan çık karşıma!" diye meydan okuyan, hiç yoktan senaryo üreten, ürettiği yalana kendi de inanan tipik insanlardır. Eğer sorumluluk sahibi değilse, yani bir erkin başında değilse, görevi de kendisi yapmıyorsa, boş vaatler üreterek, olağanüstü vaatler üreterek muhataplarını kandırmaya çalışır. Sonra da verdiği sözleri unutur. Sonraki yazılarımda değişik tipleri tanıtmaya devam edeceğim

Vatan  Sevgisi
Vatan, insanın üzerinde doğup büyüdüğü, gerektiğinde hiç düşünmeden canını verebileceği kutsal bir kavramdır. Kısaca vatan bir milletin 'can evi'dir. Vatan kanla sulanmıştır, şehadet kavramı vatanla özdeşleşmiştir. Vatan bu uğurda ölenlerin ruhudur. Bugünkü yazımızda vatan sevgisini ve vatanımızın maruz kaldığı tehlikelere karşı dikkatli davranmamız gerektiğini vurgulamamızı anlatmaya çalışacağım. Önce bu konuda yazılmış bazı şiirleri dikkate alalım: ilk şiir hocaların hocası rahmetli babam Ömer Çam'dan:
"Havanda solundum, suyunda yundum
Dağ-dağ, yayla-yayla vatanım !
Gezdim tozdum ovanda, kırında,
Ekmeğin aşınla doyundum,
Bağ-bağ, tarla-tarla vatanım !
Senin için geldik bu dünyaya vatanım !
Seni canda, tende bulduk;
Allah'a inandık senin üstünde,
İyiyi doğruyu sende bulduk !
Müslüman milletim yaşar şehrinde, köyünde;
Yüzümüz aktır Allah katında.
Şehadet ehli çoğu yatanların
Topraklarının altında.
 Okunur ezanlar minarelerinde beş vakit;
Namaz kılınır camilerinde Allah için
Kalbinde iman, elinde silah nöbettedir
Hudutlarında mert askerlerin
Ömür bitecek elbette bir gün,
Mübarek toprağına karışmak var erinde gecinde;
Senin koynunda uyuyacağım kıyametece !
Ne güzel kader bu:
Yolum açılacak senden cennetece
Suların serin, kırların yeşil;
Ufukların bayrak-bayrak !
Bir taşın dünyaya bedeldir,
Kerime-i tarihsin Ey güzel toprak!
Şerefsin, şansın !
Damarlarımda kansın,
İlahi kudretten armağansın
Mabed-i imansın !…
Kurban olsun sana canım,
Aziz vatanım !…
Şair dizelerinde Vatan tanımını tasvir etmiş,  vatan sevgisini can ve kan sevgisi olduğunu vurgulamıştır.
Vatan Sevgisi deyince akla gelen şairlerden ilki Orhan Şaik Gökyay'dır:
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.
Vatan sevgisi üzerine dikilen bayrakla abideleşir, işte o bakımdan efsane bayrak şiirini de şairi Arif Nihat Asya'yı da anmak gerekir:
Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kızkardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım!
Seni selamlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım!
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver !
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.
Yurda ay yıldızın ışığı yeter!
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.
Kızıllığında ısındık…
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.
Gölgene sığındık…
Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı…
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum, Senin dibinde öleceğim…
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!”
 
Evet Vatan üzerindeki Hilal ile sonsuza kadar yaşayacaktır: Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor.
 Ya Rab Bir hilal uğruna ne güneşler batıyor" mısraları ileile de bu beyinlere perçinlenmiştir. Allah herkese hür ve bağımsız vatanında ölmeyi nasip eylesin ??

Küpe, piercing, dövme ve ötesi
Bugünkü konumuz insanların vücutlarına taktıkları veya yaptırdıkları bir takım objeler.
Bunlardan ilki küpe: küpenin tarihçesi neredeyse ilk insana kadar dayanıyor,    erkeklerin küpe takma merakı Osmanlı'da padişahlara bile yansımış, Yavuz Sultan Selim'in küpe taktığı bilinir. Aslında küpe kulak memesine takıldığı için uzun yıllar da bir sakınca bir sorun çıkmadığı görülmektedir. Ancak dövme ve piercing öyle değil, insan sağlığını etkileyecek çok önemli sorunlara yol açabilecek sonuçları itibariyle vahim bir durum. Tıpkı 'vücudu güzelleştiriyorum' diye aşırı kas yüklemek gibi. Kas yüklenmiş vücutların ilerki yıllarda ne tür sorunlar çıkacağını, oluşan hastalıkları; gördük görüyoruz. Önümüzde genç yaşta kaybettiğimiz bir Naim Süleymanoğlu örneği var.
Temel sebebi  toplumda öne çıkmak, farkındalık yaratmak, güçlü ve süslü görünmek için yapılan dövme ve piercing hemen olmasa da, ileriki yıllarda ciddi sağlık sorunlarını beraber getirmektedir. Vücudunun bir yerini beğenmeyen veya beğendiği bir yerini öne çıkarmak isteyen, dövme veya piercing yaparak bunu ödünlemeye çalışmaktadır. Psikiyatristler bunların sebeplerini çeşitli şekillerde analiz etmişlerdir. Kimi aşkını, kimi nefretini kazıtıyor bedenine… Geçici bir duygu durumunu kalıcı kıldığının farkında bile olmadan. Hiçbir şeyi sebepsiz yere yapmıyoruz. Attığımız her adımın, verdiğimiz her kararın iç dünyamızda bir karşılığı var. Dövme ve piercing yaptırma arzusunun da öyle. Dövmenin ve piercingin genel amacı dışarıdan bakıldığında estetik ya da süslenme olarak görünse de bilinç altında sosyo-psikolojik nedenler de yatmaktadır. Konu buradan ötesi tıbbın ve psikiyatrinin konusudur. Ancak çocuğunuz dövme veya piercing yaptırmaya kalkarsa şu  analizi mutlaka yapınız: eğer çocuğunuz dövme ve piercing yaptırmak istiyorsa anne ve babalar şunlara dikkat etmeli:
 Çocuğunuzun dövme hakkındaki bilgilerini alın. Ne yaptırmak istediği, vücudunda nereye yaptırmak istediğini sorun.
Dövmenin vücuttan silinmesinin zor olduğunu anlatarak bilgi verin.
Verdiği kararı daha sonra tekrar konuşmak istediğinizi söyleyin.
 Eğer konuştuğunuzda fikri değişmemişse öncelikle geçici dövme yaptırma önerisinde bulunun. Son olarak matematikçi mantığı ile bir şey söylemek istiyorum: piercing ya da dövme insan kilo alınca insan bedeni genişleyince piercingin takıldığı yerler gerilecek ve iltihap kapacak bu mutlaktır. Ya dövme, eski manzarasını kaybedecek belki de çirkin olacak, ondan kurtulmak için yeni sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. İnsanların, farkındalık yaratma adına saç stili değiştirme saçını kazıtma bıyık bırakma çeşitli stillerde bıyık mesela burnu uzun olanların ya da kısa olanların bıyıkla burunlarına kamufle vermesi kaşin çizdirmek v.s. gibi unsurlarda insanların özgüveninde veya özgüvensizliğinde yer alan unsurlardır.
Son olarak çocuğunuz ve 
 hala istekliyse; dövme ile bulaşan hastalıklardan bahsedin.
Gene de baş edemiyorsanız, doktorla, bir psikiyatrla onu buluşturarak en uygun sonuca karar veriniz. İyi günler.
 
Yaşamıma dair Güncemsi bir öykü;

2013 yılının Kasım'ın da Tekirdağ Yeniçiftlik'e geldim, hem orada yeni bir yüksek okul kurmak, hem de devlet adına geliştirmeye çalıştığım 'Kampüs Okulları' projesini hayata geçirmek için Yeniçiftlik'te yaşamaya başladım. Yeniçiftlik o zamanlar bir belediye idi ve 14 kilometre deniz şeridi olan enfes bir sayfiye yeri, halkı 'Çiftlçiik' ile uğraşır geçimini, çiftçilikten kazanır ama arada bir, arada bir de değil; genelde 'araziyi satıp, lüks araç' alır; gösterişi sever. Halk tamahkar değildir. Allah'ın verdiği ile yetinir, fazlasını istemez; ama buna rağmen Allah da bu topraklara fazlasıyla vermiş. Geliştirmeye çalıştığım proje: bölgedeki okulları geniş bir mahalde bir kampüste toplayıp, mevcut okulların da yerini; park, bahçe, gezi alanı, dinlenme alanı.. gibi yani daha sonra 'Millet Bahçesi' gibi öne çıkaracak projeler yapmaktı ama gelişen olaylar, o zamanki siyasi yaklaşım; projenin atıl kalmasını sağladı. Proje hala yürüyebilir: yani devlet önümüzdeki dönemde, okullarını bir kampüs alanında toplayıp; söz gelimi 10 okulun, donanım giderleri, ısınma giderleri, kırtasiye giderleri ve daha bir sürü giderlerle beraber oluşturulacak kampüs içindeki: 'Spor ve Sanat Tesisleri' ile daha tasarruflu okullar yapıp; mevcut okulları da Millet Bahçesi, Şehir Kıraathanesi, park bahçe ve sosyal alan yaparak değerlendirmesi mümkündür, her zaman mümkündür. İlerleyen aşamada Yeniçiftlik'ten kopamadım, halkın da gösterdiği sevgi ve ilgiye kayıtsız kalmamak için birtakım projeler ürettim, projelerden birisi çiftçilikle ilgili bir projeydi; 'halk ürettiğini daha iyi değerlendirsin' diye bir pazarlama zinciri kurmak, üreticiyi örgütlemek gibi bir fikir oluştu kafamda ancak, yöre halkının kazandığına razı hali ve 'yeni bir otomobil varsa, arazisini satıp otomobil alma tutkusu' projenin başarılı olamayacağını bana anlattı. Yeniçiftlik'te neredeyse 8 ayı geride bırakmıştım 'denize özlem' beni hep deniz kenarına ve kıyıya yönlendirdi. Atatürk Parkı'nın içerisinde bir plaj işletmesi gördüm, çayımı orada içiyordum. Bir gün orada işletmenin sahibi ile tanıştım. İşletmenin sahibi Rizeli, insan dostu kendisinde olmasa bile yanındakinden bulup muhtaç olanlara dağıtan eli açık bir insandı. Sosyal zekası çok yüksek, çevresinde sevilen bir insandı, onunla uzunca sürecek ve hala devam eden bir dostluğumuz var. İşletmeyi iki oğlu yönetiyordu, bu 'iyi insan' işletmeyi çocuklarına bırakmakla, aslında onlara kötülük yapmaktaydı; bunu ilerleyen yıllarda anladım,  öncelikle çocukların iyi bir eğitim alması gerekiyordu, ilerleyen zamanda bunu sağlamak için uğraşlar gösterdim. İşletmede kurulu alanı değerlendirmek için bir Gençlik Kulübü kurup, burada tiyatro, sinema, spor faaliyetleri yapmak üzere bir plan düşündüm ancak maalesef bunu da gerçekleştiremedim; çünkü çocuklardan birinin yaşı çok küçük, diğeri ise okulda okumaktan ya da okuyamamaktan Yeniçiftlik'e uğrayamıyordu. Yeniçiftlik yazlık nüfusu fazla olan bir yerdi, çocuklara ilk iş olarak o yıllarda evlere su ve gıda göndermek gibi bir sipariş zinciri kurmayı önerdim, aslında bir motosikletle ya da ufak bir ATV aracıyla bunu çok kolay bir şekilde gerçekleştirebilirlerdi; yani aradan 7 yıl geçtikten sonra: 'getir götür' zincirleri kuruldu, halbuki o zincirlerini ilk plancısı bendim ve eğer çocuklar, o zincire başlasalardı belki de bugün o zincirlerin sahibi olurlardı. Sonra onlar için daha hoşlarına gidecek bir şeyler düşündüm, bir gazete çıkarmak, gazeteye yöresel ilanlar alıp gazeteyi ve kendilerini finanse etmek; bunda da başarılı olamadım. Gazeteyi çıkardım hatta ilk sayısını dönemin Belediye Başkanı aracılığıyla halka dağıtılmasını istedim ama sağ olsun başkan(çok başarılı hala ilçe belediye başkanı muhteşem hizmetleri var.) gazeteyi belediyede tuttu, dağıtmaya yoğun işlerinden dolayı fırsat bulamadı. Etkinliği tanıtmak için müzikte, Kanada'da profesörlük yapmış bir sanatçıyı getirdim, duyurusunu yapmak üzere Belediye Başkanın"dan rica ettim, o da yapacağını söyledi ama Bayram tüneli ve sonrasındaki toplantılardan dolayı etkinliğin tanıtılmasını unuttu.Buna rağmen etkinliği ben ve birkaç öğrencimin annesi birkaç tanıdık izledi.
Çocukları organize edebilmek için yeni düşünceler ben de belirdi, bunlardan birisi bir YouTube kanalı kurarak, oradan yayın yapmak fikriydi hatta bunun provasını bile yaptık, ancak gençlere inandıramadığım için bu projede yetim kaldı. O zamanlar kişisel YouTube kanalları yok iken şimdi milyonlarca YouTube kanalı var.  Sonrasında daha zahmetsiz gibi görünen aslında çok da rahmetli bir iş olarak bir Reklam Ajansı önerdim, reklam ajansı hem reklam toplayacak, hem de dizi, sinemaya oyuncu seçecekti, gençler bu fikri 9 yıl sonra hayata geçirdiler ve şimdi o yolda emin adımlarla yürüyorlar,. Ne yapmak istiyorsunuz diye sorduğumda: "bir teknoloji marketi açmak istiyoruz!" dediler; yaklaşık 2 yıl bunun tasarımını ve finans tasarımını yaptıktan sonra gençler o marketi açtılar, şimdi de zincirler açarak devam ediyorlar o kadar başarısızlıktan; sonra bir başarıyı yakalamıştım mutluydum onları kazandığım için çok daha mutluyum. Benim evladım gibi, hatta evladımdan daha yakınlar. Hastalandım beni sırtlarında taşıdılar hastane hastane dolaştırdılar ameliyat ettirdiler ve hala yardımıma koşarlar,, ararlar, sorarlar sağ olsunlar var olsunlar ?


Çocuklarımızı ve gençlerimizi zararlı müzikten korumalıyız:
Şarkıların Dili Anlatmak İstediği ve 
Yorumlar:
Müzik erken yaşta çocukların dikkatini çekmektedir, daha konuşmayı öğrenmeden çocuk müziğe kulak kesilir, müzikle oynar müzikle neşelenir iletişimi müzikle kurar, bu bakımdan çocuklarımızı ergenlik çağına yeni yeni gelen gençlerimizi yozlaşmış müzikten korumalıyız. Sözlerinde açıkça cinsellik ifade edilmese de yoğun şekilde cinsellik çağrıştıran üç şarkının değerlendirmesini yapacağım. İlk seçtiğim şarkı 90'lı yıllardan bir şarkı:
"Arada hicaz arada caz nefesler, bir yanımız her duruma müsait, ne kadar uyarsa o kadar ister, aaaaaaaahhhh hadi bakalım kolay gelsin."
Bu şarkıda apaçık bir erotik söylem var, dahası bir röportajda bu durum açıklanmıştır. 
Bir ekşi sözlük yazarı, bu şarkı için aşağıdaki yorumu yapmaktadır: "Serbest çağrışım bir şarkıdan fırlamış anlamsız mısralardan biri; ancak benim kafamı çok yoruyor... Durup durup düşünüyorum, ben bu "her duruma müsait olma" halini. erotik bir yaklaşımda bulunmadan, "insan olma menşei"li düşünüyorum daha çok... Bir tür "omurgasızlık" mı, uyar oğlu olma hali mi?" kestiremiyorum. Bir de "bir yanının her duruma müsait olması" var ki, başka bir çelişki yaratıyor kafamda. Diğer yanın katı ve uyumsuz mu? Böyle dengesiz bir halde miyiz? Bir yanımız her duruma müsait olsa da, diğer yanımız bencil ve kendini memnun etme endeksli mi?"
Tabii sizin yorumunuz önemli! Ben sadece bir ekşi sözlük yazarının teferruatlı yorumunu aldım.
Zaten olay söz yazarının ne anlattığı mı; yoksa; sizin, bizim, hepimizin ne anladığı mı?
Şimdi de bir başka şarkıya göz atacağız şarkının adı: Tavla Beni:
"Ah, gözlerinle mahvettin
Kapılarında hapsettin
Seninim, al tamam
Şeytanın ahı tutmuş
Şarkılar aşka gelmiş
Durumum el yaman"
Ben bu şarkıyı dinlerken: 'seninim al tamam' kısmını: 'seninim mal tamam' diye duyuyordum. Şarkının söyleyiş tarzı ve klibindeki dans tamamen bir pornografi arz etmektedir. Zaten ekşi sözlük yazarı da: "şarkı fena değildir ama klibinin başındaki video, kötü esprilerle doludur baştan sona."  
Ve bugünkü yazımızdaki son şarkı Elif Kaya'nın şarkısıdır:
"Aklıma girecek kalbimi çalacak
Kandıracak beni besbelli
Çok emin duruyor, ne güzel gülüyor
İçten fethediyor kaleyi
Yola getirdi beni tavladı helal
Yürüyelim bizi kim tutar
Büyüledi resmen kırdı kilidimi
Açtı aşka bütün kapılar
Çok aşık gördüm ben ama
Çok güzel seviyor
Kalbe giden tüm yollara
Kestirmeden gidiyor
Nasıl mutlu olunurmuş
Kitabını yazıyor
Normal değerindeyken nabzım
İkiye katlanıyor
Çok aşık gördüm ben ama
Çok güzel seviyor
Kalbe giden tüm yollara
Kestirmeden gidiyor"şarkıyı müziği ile beraber dinlerseniz içindeki pornografik öğeleri sözlerine bakarak da yorumlayabilirsiniz. Hemen her cümlesinde ve şarkının genel hükmünde bir cinsellik dürtüsü vardır. " Kestirmeden gitme, yola getirme, çok güzel sevme (nasıl yani?) Aslında bu makalede seçtiğim 3 şarkı da bu konuda en masum olanlarıdır. Son dönemlerde, gerek pop tarzında, gerekse rap tarzında, çok sayıda 17 yaşından küçük bireylerin ahlak yapılarını bozmaya yönelik  şarkı vardır. Lütfen gençlerimizi ve çocuklarımızı koruyalım. Herkese mutlu umutlu kutlu günler ??

Yalanlar ve Yılanlar:

Toplu olarak kutladığımız kabus dolu yıllardan sonraki ilk Kurban bayramımız: ülkemiz çok zorlu koşullardan geçmekte, dünyada pandeminin yükünü en çok çeken ülke olmakla beraber, bölgemizde kuzeyli, güneyli, doğulu, batılı savaşlar; jeopolitiğin tam merkezinde olan ülkemiz, bir yandan da Batı Karadeniz'de doğalgaz çalışması, Doğu Akdeniz'de petrol ve gaz arama çalışmaları yanı sıra doğal afetler, orman yangınları, bir dizi depremler, sel baskınları; buna rağmen yönetilen bir ülke! Bir de yönetenlerin yönetme çabaları dışında; birkaç televizyonun pahalılık ve yokluk haberleri, provoke edici davranışlar, ne amaçla kurulduğu belli olan ama ne yapmak istedikleri çok açık belli olan eski dost yeni düşmanlar ve tabii 25 milyon vatandaş oyu almış birine: "adamsan çık karşıma" diyerek 25 milyon oy vermişe: "adam değilsiniz!" demek gafletinde bulunan, daimi muhalefet ve söylemleri!
Şimdi soruyorum: bayram geçti, yaptığınız haberler, söylediğiniz yalanlar gerçekleşti mi? Bence gerçekleşmedi, pahalı olmasına rağmen, herkes gene bir yerlere gitti, eskiden kurban kesenler yine kestiler, eskiden kurban eti bekleyenlerin bir bölümü belki ete ulaştı ama diğer bölümü hala ulaşamadı, onlara çare aramak dururken; çarşı pazarın boş kalacağını, uçak, otobüs bileti pahalılığından söz edenler, ürün bulunamadığını söyleyerek halkı korkutan sizler değil miydiniz? Utanmıyor musunuz, utanmazsınız, çünkü siz dolar seversiniz, siz Demirtaş seversiniz, siz dün söylediğinizi unutup bugün yalan söylersiniz bugün unutursunuz, ya da yalanlarsınız. Beylikdüzü Belediye Başkanı iken Büyükşehir Belediye Başkanına: "buraya geldi, bizi ziyaret etti" diyen kibir abidesi şahıs; nasıl oluyor da şimdi:  "hiçbir Büyükşehir Belediye Başkanı gelmedi" diyorsunuz, 'ilçeme gelmedi." diyorsunuz, utanmıyor musunuz yalan söylemeye? Yalanlarınızın bini bir para hangi verdiğiniz sözü tuttunuz? Hani bir sürü kreş açacaktınız, kreş açmadığınız gibi açılanları da kapattınız, bahçe duvarlarını yıkıp yerine beton yaptınız. Yeniköy meydanına bunlar belediyeyi soymuşlar diye kiralık araçları diktiniz sonra da gidip yeni araçlar kiraladınız yani yandaşlarınızı zengin ettiniz. Belediyeye çok kolay girilirken beyaz masalarda çok kolay yaklaşılırken belediyelere girilemez hale getirdiniz, "hizmet yapıyoruz" diye küçücük bir çeşmeyi Genel başkanı açma töreni düzenleyerek, "bundan Cumhurbaşkanı olmaz sizin adınız ben olmayayım dediniz" ya da demek istediniz. Eser dediğiniz musluğun takılmış olması mı?:Deniz manzarasını düşünmeden salma köprü getirdiniz, tarihe g yardımcısı: "şahsım hükümeti" demeye utanmıyor musunuz?
Tabii siz bunları yaparken, PKK ve FETOŞ avaneleri ve Türkiye Düşmanları da tweetler atarak ve sizlere umut bağlayarak sizi iktidara bekliyorlar. İçişleri bakanı iken: "12 Eylül kararlarını ben uyguladım, okula giden kızların başını ben kapattım" diye övünen hanımefendi genel başkan: "başörtüsünü ben kaldırdım, ben!" diye nasıl yalan söylüyor? Türk millet bunları mutlaka görmelidir.

Eski Bayramlar ve Eskimeyen Bayramlar:


Eskiden şöyleydi, eskiden ne kadar güzeldi? Tarzında söylemler; eskiye özlem, yaşı benim gibi kemale ermişlerin söyledikleri en önemli sözlerden biridir. Aslında bakıldığında, bozulmamış toplumda deforme olmamış toplumda, eski gelenekler aynen devam etmektedir. Arefe günleri yapılan mezar ziyaretleri, yörelere göre değişen yemekler,  mesela güneydoğu'da bayram için hazırlanan üzlemeli pilav, Anadolu'da evde yapılan baklavalar ve tatlılar, hala devam eden eskimeyen geleneklerdir. Bayrama yaklaşırken aile büyüklerinin ziyaretine ilişkin çikolata ve şeker reklamları; aile büyüğünün bayramda ziyaret edilmesi  gerektiğini göstermektedir. Aile büyüğü olanların, aile büyüklerini ziyaret ettikleri bugün de devam eden alışkanlıklardandır. Bu içten gelen, içten dışı, istemli bir gelenektir. Deforme olmamış, kişilik kaymasına uğramamış, ailelerin bugün de devam ettirdikleri bir gelenektir. Anadolu'da ve ülkemizin büyük şehirlerinde de bayramdan önce, fakir, fukarayı ziyaret etmek; hal hatır sormak, onlara hediyeler götürmek, hala devam eden geleneklerdendir. Toplumsal yaşam; bazen bazı şeyleri zorunlu kılmaktadır, sözgelimi: yoğun çalışma düzeni ve bayramla beraber gelen tatil fırsatı ve özlemi biraz önce sıraladığım unsurlarla beraber yürütebilecek eylemlerdir. Çokları, aile büyüklerini önceden ziyaret ederek ya da tatil dönüşü ziyaret etme planı yaparak, tatile gitmişlerdir. Bu eylemi hor gören yobazlar, bilsinler ki ülke; o çalışanların omuzları üzerinde yükselmektedir. Onlar gösteriş için hiç namaz kılmazken, bayram namazına koşup seccadeyi yolun kenarına serenler, kurban etlerini kavurup dolaplarına saklayanlar, bilsinler ki ülke o tatile giden insanların omuzlarında yükselmektedir. Her gün tatil yapanlar, magazin dünyasında; magazin için tatil yapanlar, mayo ve bikini ile Instagram'da fotoğraf yayanlar ya da soyunup kas gösterisi yapan erkek (!) zevat, bu cümleye dahil değildir. Eskiden Bayram yerleri vardı; mesela: bizim köyde caminin önü mezarlık, onun da önünde boş bir alan vardı, orası Bayram Yeri'ydi, orada çocuklar, bayram günü toplanır; çatapat patlatırlardı ya da bir takım eğlenceler yaparlardı, bir kurban bayramında; rahmetli kardeşim Halil Hilmi Çam'ında bayram şenliğinde gözüne mantar tabancası patlamıştı, yıllarca onun acısını yaşamıştım. Belki kırsal yerlerde, o gelenek hala devam etmektedir; kentlerde de, lunaparklar bayram yeri olmuştur. Anlatmak istediğim eski bayramlarla özetlenen bizim gençliğimize özlemdir. Bayramlar eskimemiştir, toplumun kişiliği kaymamış üyeleri bayramları yaşatmaktadır. İyi bayramlar. ?
Kurban ve Yalan İbadetler:
 
Bugün Kurban Bayramı, kurban denince aklıma gelen Allah'ı zikretmek Allah'ın verdiği nimetlerden faydalanan insanların o nimetleri başkalarıyla paylaşması gerektiğini düşünmesi ve bu uğurda kurban kesip bunu Allah'ın anarak paylaşması fakire fıkraya yardım etmesi aklıma gelmektedir. Kurbanım Ben de yarattığı hüzün ise: kurban kesiyorum gösterişi altında kendi et ihtiyaçlarını karşılamak ve buna kurban süsü vermek benim zoruma gidiyor. Bu dönemde artan buzdolabı reklamları, dipfriz reklamları, kesme biçme makinesi reklamları, bu durumun en bariz örneğidir. Yani ticaret erbabı da biliyor ki insanlar kestikleri kurbanları dağıtmayacaklar kesecekler biçecekler bilecekler kıyma yapacaklar ve derin dondurucuda saklayacaklar.
Kevser suresi ile emrolunan Kurban:
"Doğrusu biz sana zenginlik (kevser'i)vermişizdir. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan(sonu kesik olan), sana (buğuz) kin tutan kimsedir." Kurban Kevser suresi ile apaçık bir şekilde ifade edilmiştir. Bugün Kurban Bayram Namazı kılınacak, çoğu seccadeyi yol kenarlarına asacak birileri beni namaz kılarken görsün edasıyla gösteriş yapacak bunlar Müslümanları üzüyor. Maun suresi diyor ki: 
"Din gününü (İslam’ı, ahirette ceza ve mükâfatı) yalanlayanı gördün mü?
İşte o, yetimi itip kakar.
Yoksulu doyurmayı teşvik etmez (önayak olmaz).
Şu namaz kılanların vay haline!
Onlar namazlarından gafildirler (önem vermezler).
Onlar gösteriş (için ibadet) yaparlar.
Ve onlar en küçük bir yardımı (zekâtı) da engellerler!"
Allah bizi doğru yoldan ayırmasın, bayramınız kutlu olsun. ??


Yalan aşklar ve Zengin Avcıları:
 
Bugünkü konumuz, maalesef çocuklarımızın ve ergenlik çağına giren gençlerimizin, özellikle de genç kızlarımızın; ahlak düzeyini çok ilgilendiriyor. Özellikle sosyal medyada, görsel ve yazılı medyada, şöhretli insanlar ve yaşadıkları yalan aşklar, gençlerimizin ve çocuklarımızın karşısına geliyor. "Ayrılmazlar" diye aşklarına, inandığınız, insanlar ayrılıyor sonra da olayın sıcaklığı soğumadan, yeni bir aşka yelken açıyorlar! Biz bu aşklara yalan aşklar diyoruz. Maalesef çıkar ilişkileri, aşk olarak isimlendiriliyor. Bakın sizi isim vermeden, bir ünlü mankenin aşkını anlatacağım, bu manken adaşı bir başka manken ya da şarkıcının, aşkına kafayı takar onları ayırır ve onunla evlenir, çoluk çocuğa karışır, kocası onu aldatınca ya da başka birisiyle beraber olunca da, bir servet karşılığı ayrılır, ayrıldığı günün haftası geçmeden, yeni birine aşık olur, tabii inanıyorsanız aşık olur! Genelde bu manken, hep varlıklı ailelerin çocuklarına aşık olur  Bakar ki o çocuktan bir şey koparamayacak, hemen boşanır, haftası geçmeden yeni ve varlıklı birisine aşık olur. Bu gönül ne kadar kolay bir şey boşluğu hemen dolduruluyor, telafi ediyor? Yara hemen kapanıyor, inanırsanız inanırsınız. Kadir İnanır mı? Bence inanmaz. Bu sadece bir örnek. Verdiğimiz bir başka örnek internette, 'Tinder Avcıs'ı denilen filmdeki olaya benziyor, 2. örneğimiz sosyal medyada en çok takipçi olan bir aktrist, bu aktifsin ruhsal sorunları var: kiminle aşk yaşıyorsa, devamında onun arkadaşına aşık oluyor tabii buna "aşk" deniyorsa, bunları çoğaltabiliriz  Özellikle dizi sektöründe, kendilerini tanıtmak, öne çıkartmak için yalan aşklar yaşayanları izlemekteyiz, işte bunu çocuklarımızın izlemesi; çocuklarımızda bir deformasyon yaratacaktır. Çocuklarımızı korumak için sosyal medyadan ve magazin basınından bir şekilde uzak tutmalıyız. Hayırlı Bayramlar.????

Şarkılara türkülere ve yemek adlarına yansıyan cinsel yetersizlik kişilik bozukluğu:

İnsanların yetersizlikleri insanları cinselliğe düşürür, çoğu zaman şarkılara yansır.
Bugünkü konumuz maalesef şarkılara yansıyan cinsel objeler ve ayıp sözcükler. Maalesef insanlar, bazen yetersiz oldukları konularda sözü cinselliğe getirir ve o konuda etkin ve yetkin olduğunu anlatır ya da başarısız olduğu bir konuyu söze ve şarkıya dökerek bir şekilde ödümleme geliştirir; gerek Türk müziğinde, gerekse Türk halk müziğinde, olduğu gibi pop müziğimizde, batıdan esinlenen ayıp sayılabilecek cinsel içerikli şarkılar toplumsal ahlakı yaralamaktadır. Bunları komedi unsuru gibi değerlendirip eğlenmek de doğru değildir, şu sözlere bir bakalım:
“Entarisi Ala Benziyor
Şeftalisi Bala Benziyo
Benim Yarim Bana Benziyor"
"Dam üstünde un eler
Tombul tombul memeler
Zalım oy gelin zalım zalım zalım
Memeler baş kaldırmış
Kavuşmuyor düğmeler"
"hoşuma da giderse, bedave!"
"oy kalçalar kalçalar
domatestir salçalar
ayten kafayı çekince"
Burada hepsini zikretmek doğru da değil, ancak hemen her şarkıda yetersizliğin yaratmış olduğu cinsellik unsuru öne çıkmaktadır: 'bandıra bandıra', 'her duruma uygun bir yerimiz var!', 'Çin çini' gibi, 'bayıra karşı yatır beni', 'Sarı şeker' gibi, 'oy nerelerini nerelerini' gibi daha bir sürü şarkı. Bazen de şarkılar deforme edilerek masum Anadolu'nun güzel şarkıları kötü sözlere dönüştürülmüştür: 'Halime Türküsü' buna buna bir örnektir. Cinsel yetersizlik sadece türkülere şarkılara geçmemiş çoğu zaman da mutfağa kadar girmiştir ta Osmanlı'dan bu tarafa yemeklerin isimlerine baktığınız zaman: 'dilber dudağı', 'hanım göbeği' 'yemekte salça, kadında kalça' gibi; iğrenç benzetmeler maalesef kültürümüzü bozmaktadır; lafı fazla uzatmanın gereği yok ahlaka mugayyir hareketlerden kaçınmalıyız. Bayram tadında günler diliyorum


Sağlıklı yaşam, diyet ve diyabetik yaşam; eksersiz ve performans:

Sağlıklı beslenme diyet ve diyabet
Benim gibi yaş 70'e dayanınca, her şeyin doğrusunu bir şekilde yaşayarak öğrenmiş birisinin bu başlığı atarak, çok insanın yaşamında önemli etkilerin olacağını düşünüyorum. Maalesef, ülkemizde bazı meslekler var: diyetisyen, diyabetisyen, yaşam koçu.   vesaire  Herkes bir şey öneriyor, herkes bir ot, ürün, öneriyor. Önerdikleri otu bulmak imkansız, önerdikleri patatesi bile bulmak imkansız, "bilmem ne çiçeğinin, bilmem ne dalı!"diyorlar bazen bakıyorum, diyetisyen denilen hanımefendi normal kilonun bayağı üzerinde ya da beyefendi ya kilolu ya da üflesen uçacak, bunlara inanmak zor ama inanan inanıyor, hatta bir sürü para veenler var. Sağlıklı yaşamın ilk koşulu
harekettir, bu hareketi, yürüyerek, yapabilirsiniz; spor salonunda yapabilirsiniz, yatakta yapabilirsiniz; Ben hastalığım sürecince yatakta spor yaparak 10 kilo verdim. Yeter ki doğru hareketi, doğru zamanda yapabilmek; enerji ve metabolizma dengesini düzenlemek önemlidir, Vücudun hareket ettirebilmesinden sonraki evre, yeme evresidir. İlk diyabet olduğum zaman, '3 ana, 3 ara öğün!' diye bir tarif verdiler; hala da öyle veriyorlar ama yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var ki bu yanlış bir yöntem, yani sonuca ulaşmakta mümkündür ancak daha basit yöntemleri var, benim yaşamımda son aşamada kullandığım yöntem: ekmekten tamamen uzak durmak, belki günde bir iki dilim tam buğday ekmeği veya kepek ekmeği yenmesi uygun olur; ikinci olay kahvaltıyı 10.30'dan sonra yapmak, öğlen yemeğini ise ana yemek olarak saat 13.00'te yemek ve en önemlisi de saat 16'dan sonra su ve ayran dışında hiçbir şey yememek, benim ana planım buz bunu uygulayarak diyabetimin düzgün yönetildiğini, aşırı kilo almadığımı, kilomu koruduğumu ve kilo verdiğimi hissediyorum, bu arada sabah kalkınca, sonra da 3 saatte bir, 300 mililitre su içmek, diyabetin ve diyetin düzenlenmesi konusunda ana unsur su; yemeklerde karbonhidrattan kaçınmak, çokça proteine yönelmek, karbonhidratla sebze tüketilebilir ancak karbonhidratla protein bir araya getirilmemelidir. Meyve yemeklerden ya 20 dakika önce ya da 2 saat sonra yenmelidir. Diyanetten dolayı hastanede kaldığım süreye içerisinde bana getirilen yemekler tuzsuzdu  "Neden tuzsuz!" diye sorduğumda: "senin şekerin var!" diyorlardı, ben de gülüyordum. 'Tuzla sorunum yok, şekerle sorunum var' diye, sonra itiraz ederek düzeltiyor, şekerim var diye bana nohut yemeği bile vermediler, daha neler neler, ama sorsan hepsi diyetisyen, onun için okumak, öğrenmek, denemek, araştırmak şart. Para tuzaklarına düşmemek gerek, emin olun bu işi yapanların çoğu, ya kocakarı tabir edilen bitki karışımları satmakta ve insanları hasta etmektedirler. Kısa ve öz: geç kahvaltı yap, öğlen uygun beslen, akşam dörtten sonra bir şey yeme, bol su iç, yatakta ya da sokakta hareket etmeyi unutma! Yaşamın özeti bu, hayırlı günler?



Moda makyaj ve ötesi:

Güzel görünmek makyaj yapmak marka tutkusu ve ötesi:
Özellikle kadınların baş sebebi kendini iyi hissetmek olarak açıklanabilen makyaj yapma tutkusu çeşitli sebeplere de dayanabilmektedir. Farkına varılmak başkaları tarafından övülmek imrenilmek daha da ötesi kıskanılmak için kendisine bakım yapan özen veren kadınlar genellikle:
kocası, sevgilisi beğensin diye makyaj yaparlar, mutlu olurlar. "Yoldan geçen adam baksın!" diye yaparlar, iyi hissederler. arkadaşlarının: "ne güzel olmuşsun!" demesi hoşlarına gider, gene makyaj yaparlar. sevmedikleri kadını hasetinden çatlatmak için yaparlar ona da sevinirler. Evde: "ne güzel oldum ben be.." demek için de yapabilirler. Neticede varılan nokta: 
Kendilerini iyi hissetmek, özgüven kazanmak başkaları tarafından farkına varılmak ana etkendir. Erkeklerde durum biraz farklıdır, onlar direkt karşısındaki kadını etkilemek, ya da bulunduğu ortamda öne çıkmak için giyim ve kıyafetlerine saç stillerine bakımlarına önem verirler. Her iki öğeyi birleştirirsek kadın ya da erkek bakımlı olmakla özgüvenlerini arttırırlar. Söz gelimi ben öğrencilerime sınava girerken: "erkeklere tıraş olun, kızlara makyaj yapın!" derim, bu sınavda kendilerini daha rahat hissetmelerini, daha güvenli hissetmelerini sağlar! Düşünsenize bir kem göz baktığında: "acaba saçımda, sakalım da bir şey mi var, makyajımda bir şey mi var?" diye düşünmez mi! Bu onu sınavda etkilemez mi? Konumuzun 2. öğesi marka takıntısı ya da tikilik insanların belirli markalara yönelmeleri o markaların yarattıkları güven bakımından önemli ve anlaşılır; ancak illa da o markada ısrar, hatta o markanın logosunu başkalarına gösterircesine teşhir, bir hastalık belirtisidir. Elbette insan güvendiği markayı seçer ve tercih eder bunda bir sorun yoktur ama bütün giysileri bütün kullandığı unsurların o marka olması için göstermiş olduğu çaba bir hastalığın da işaretidir tabii bunu ruh sağlığı ile ilgilenenlere bırakmak daha doğru olur; özellikle kadınlarda çanta ve ayakkabı merakı, erkekler ise saat merakı, marka tutkunluğunun, beğeni kazanmanın, gösteriş yapmanın bir diğer yoludur. Bütün bunları bir yana bırakarak; yaklaşmakta olan Kurban Bayramı'na ve Zekat Dönemi'ne istinaden televizyondaki güzel bir reklam sözünü: "olmasa da olur!" hatırlatarak, yazıma son veriyorum. Yardımlarınız kabul olsun Allah razı olsun, hayırlı günler.



Kıyamet:
Kısaca bu dünyanın biteceği ahiret hayatının başlayacağı olgusunu belirten sözcük.  Aslında kıyamet alametleri Hz Muhammed'in islam peygamberi olması ile başlar. O günden bugüne  oluşan olayların çoğu olmakta olan olaylar kıyametin göstergeleri haline gelmiştir. Öncelikle bilinen kıyamet alametlerini bir sayalım:
"1- Alimlerin sayısı azalacak. Buna karşın cehalet hızla yayılacak.
 2- Nedeni bilinmeyen ölümlerin sayısı artacak.
 3- Bolluk bereket arttıkça zekat verenlerin sayısında azalma yaşanacak.
 4- Allah'a ve dine iman edenler azalacak.
 5- Emanete kıymet verilmeyecek.
 6- Fitne, dedikodu ve yalancılık artacak.
7- Kitapların ve müelliflerin sayısında gözle görülür oranda bir artış yaşanacak.
8- Kimse en yakınındaki insana bile güvenmeyecek.
9- Doğanın dengesi bozulacak. Örneğin kış mevsiminde hava yaz gibi olacak.
10- Dünya genelinde sel, deprem, yangın gibi felaketler artacak.
11- Faiz yayılacak. Ticarette dürüstlük ortadan kalkacak.
12- Zina ve içki içmek gibi büyük günahlar çoğalacak.
13- Her yere yüksek katlı binalar dikilecek.
14- Kadınların sayısı artarken erkeklerin sayısı hızla azalacak.
15- İş, ehli olmayan kişilere verilecek.
16- Hakkı ve doğruyu söyleyenler susturulacak.
17- Komşuluk ilişkileri büsbütün bozulacak.
18- Helal haram, haramsa helal, sayılacak.
19- Adaletle hükmeden hükümdarların sayısı azalacak.
20- Kader ve ahiret günü inkar edilecek."
20 madde iyice incelendiğinde olmakta olan olaylar ve toplumsal düzenindeki sapmalar yeni yeni oluşan unsurlar kıyameti hızlandırmaktadır: sosyal medyada çıkarılan yalan haberler, insanların birbirine saldırması, birilerinin hatasını düzeltmek yerine hatayı ortaya çıkartmak, artist ve aktörlerin çıplaklığa yönelmesi, kendilerini cinsel meta olarak göstermeleri, son tahlilde bir aktivistin cinsel organının 3 boyutlu görüntüsünü satışa çıkarmak istemesi gibi bir dolu kişisel sapmalar ve saplantılar, dijital medyada artı 18 yazmakla her şeyin kolayı varmış gibi küfürün uyuşturucunun sapıklığın dozunun artması, provokasyonla meydana getirilen ekonomik çöküntü nereden geldiği belli olmayan yaygın sari hastalıklar, bitki fizyonomisinin  bozulması, orman yangınları sel felaketleri volkan püskürmeleri depremler göktaşlarının hareket etmesi bu süreci hızlandırmaktadır. Bu aşamada bir de büyük kıyamet alametlerine bakarsak:
1- Güneş batıdan doğacak.
2- Dabbet'ül Arz ortaya çıkacak.
3- Yecüc ve Mecüc ortaya çıkacak ve dünyada büyük savaşlar yaşanacak.
4-Hz İsa gökten inecek ve bozulan düzenini düzeltecek
5- Gökten duman çıkacak ve bu duman dünyanın her yerinden görülebilecek kadar büyük olacak.
6- Deccal ortaya çıkacak
Bütün bunlar doğru mu yanlış mı eğer o gün hayatta kalırsak göreceğiz. Allah kıyametimizi gecinden versin. "Görelim mevlam neyler? Neylerse, güzel eyler."



Akkuş Türküsü:

Bugünkü yazımda, Ordu'nun türküsünü bir Akkuş türküsünün kısa hikayesini anlatacağım. Bu türkü Efiloğlu Türküsü olarak anılan meşhur türküdür.
Ancak, uygulamada söylenilen türkü ile gerçeği arasında pek benzerlik yoktur. Yalnızca müzik, Akkuş dağlarının müziğidir, o müzik duyulunca Akkuşlu coşar.
"Şu Akkuş un gürgenleri yıkılmadın mı
Yar üstüne yar sevmeye sıkılmadın mı
Şu karşıki tarlayı kime kazdırdın
Gönderdiğin mektupları kime yazdırdın
Şu Akkuş un başında kar var duman yok
Şu muhannet yarimde din var iman yok
Şu karşıki tarlayı kime sürdürdün
Sen orada ben burada beni öldürdün
Irmak gibi çağlıyom çağlatma yarim
Yetimlikten büyüdüm ağlatma yarim
Susuz dereler gibi kuruttun beni
Üç günlük geliniken unuttun beni
Kuşlar yuvadan kalkmıyor taş atmayınca
Kız ben seni alamıyom kaçırmayınca
Keltepenin taşlarını kuzu mu sandın
Anasını görünce kızı mı sandın."
Tabii yöre yöre değişmekle beraber, uygulamadaki sözler genel hatları ile bunlar. Ancak Efiloğlu Türküsü'nün gerçek sözleri:
İNİŞTE GİDELİM ASLAN YARİM 
İNİŞTE GİDELİM
AKŞAM GÜNÜ GERİ DÖNDÜ
KONUŞTA GİDELİM
AT BELİNDEN TABANCAYI
DAĞLAR İNLESİN
YAT KOLUMUN ÜSTÜNE DE
CANIN DA DİNLENSİN
ÇIKMA DEDİM ERİK DE DALINA 
DARTMAZ DALLARI
VARMA DEDİM KÜÇÜCÜK KOCAYA 
SARMAZ KOLLARI
İÇMEM SEVDİĞİM İÇMEM 
BİR YUDUM İÇMEM
ELLİ DİRHEM KURŞUN YESEM
SENDEN VAZ GEÇMEM
IRMAKLARDAN GEÇERKENDE 
TAŞTAN KAYARSIN
GÜVENEMEM SÖZLERİNE
DURMAZ CAYARSIN
ALÇAKLARDAN GÖTÜRÜN
BENİMDE SALIMI
DÜŞMANLARIM DUYMASIN DA 
BENİM DE HALIMI
KELTEPENİN TAŞLARINI
KOYUN MU SANDIN
SEVİP SEVİP AYRILMAYI
OYUN MU SANDIN
ÜÇ AŞŞAĞI BEŞ YUKARI 
SALLA MENDİLİ
TANIYAMADIM BEN SENİ
TANIT KENDİNİ
ŞU KARŞIKİ DAĞLARDA DA 
GÜGÜK OTMESİN
SENLEN BULUŞTUĞUMUZ YERDE
OTLAR DA BİTMESİN
USUL YÜRÜ YAVAŞ YÜRÜ 
TOPUKLARIN GÖRÜNSÜN
BEN AKLINA GELDİKÇE DE 
CİYERLERİN BÖLÜNSÜN
Ortalama 1.500 metre yükseklikteki Akkuş İlçesi'nin kültürünü, yaşam tarzını, havasını ve suyunu özetleyen bu türkü, bir efsanedir: ve sizin bilginize sunmaktayım, mutlu günler diliyorum?


Eskidendi:
Mahalle bakanlığı sönmeyen, gelişen değişen ekonomide direnen bir sektör:"Bakkal mahallenin kalbidir, sözünden hareketle: “Kız alacaksan bakkaldan, oğlan alacaksan kahveden” diyor bakkal, mahalle-bakkal ilişkisini böyle ifade edilir: “Polis gelir vatandaşı bize sorar, bu adam ne iş yapıyor? Kimin nesi diye, kim yeni taşınmış, kim kaç senedir mahallede? Hepsini bakkal bilir. Bakkal mahallenin nabzını tutar.”
Bakkala girdiğinizde, alacaklarınızı hemen hazırlar, reyon reyon dolaşmazsınız, bakkal amca hepsini halleder, paketler, alışveriş bitince de, kalın defteri açar ve tutarı oraya yazar; alışveriş yapanın da elinde küçük bir defter vardır, aynı miktarı oraya da geçer, oraya da yazar, eğer bir tutarsızlık olursa karşılaştırırlar, mutabakata varırlar, alışverişi yapan, maaşı aldığı gibi doğru bakkala, yanında kasaba, manava da, uğrayarak borçlarını öder, alışveriş faizsiz bir kredi ile gerçekleşir, şimdiki imansız, vicdansız; faiz kıskacıyla değil, eskiden böyleydi. Hala eski mahalleleri yaşatmaya çalışan bakkallar, bu koşullara rağmen inançla direniyorlar, eskiden fitre ve zekat dönemlerinde; bağışçı-hayırsever bakkalları dolaşır, veresiye defterlerindeki borçları kapatırdı, hani: "sağ elin verdiğini, sol el görmesin!" diye de, kendini gizli tutardı; adı hızıra çıkardı! Umarım şimdi de aynı yöntemle fitre ve sadaka veriliyordur; bu günlerde buna çok ihtiyacımız var, zekat dönemi, kurban dönemi, fakirlerin umududur, o bayram; fakirlerin bayramı olmalıdır! Devletimiz 10 milyona yakın vatandaşa, çeşitli adlar altında: maaş, iaşe sağlamaktadır, inanmış hayırseverler de bu yardımı yaptıkların da toplumsal mutluluk artacaktır, çok sesli nifak korosuna rağmen, korona gibi, uluslararası savaşlar gibi, terör gibi birçok derdin altından kalkan devletimiz; asgari ücreti de 5500 liralık bir sınıra getirerek, elinden geleni yapmaya çalışmıştır, daha da yapacağını vaat etmektedir, nihayet 3600 ek gösterge, devreye girmiş, ilerleyen dönemde de emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili çareler bulunacaktır. Eskiyi hatırlayarak, geleceğe umutla bakmak inanmışların yoludur. Eskiden olan güzel şeyleri: sokakta gazete satan, boza satanlarla geliştirebileceğimiz gibi, eski yazlık sinemaları anımsamadan olmaz. Mahalle kültürünü anımsamadan olmaz, mahalleli birbirini ziyaret eder, birbiriyle dertleşir, imece usulü ile belirli işleri halleder, dostluklar baki kalırdı. İşte o dostlukların baki kalması temennisiyle:
"Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi
Gitmiyor üzerimizden
Geçen geçti
Geçen geçti
Hadi geceyi söndür kalbim
Şimdi uykusuzluk vakti
Gençlik de geceler gibi eskidendi
 
Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden"




 
SMS Kandırmacası:

Bilinçaltı Atraksiyonları ve SMS Oyunları:
FETOŞ denilen hain 1970'lerin ortasından başlayarak, adım adım Amerika'nın maşası olmak üzere örgütlenmiş, felsefi altyapısı ile beraber, din unsurunu da kullanarak hemen her sektörde, başarılı insanlar yetiştirmiş ve bu insanları bir silah olarak  zamanı geldiğinde kullanmak üzere örgütlemiştir. 12 Eylül'de, 27 Şubat'ta, 27 Nisan'da, 15 temmuz'da, 2018 İstanbul Seçimlerinde, Çarşı Pazar provakasyonlarında, dolar saldırısında; son zamanlarda meydana gelen fahiş fiyat artışlarında, gerek kendi unsurları ile, gerekse medyada kullandığı unsurlarla, darbe atılımlarına devam etmiştir, etmektedir. En son Türk halkının bilinçaltına: "olmaz, olmaz!" deme, "olmaz dediğin, bir gün olur." şeklinde bir düşünceyle, kurmaca bir televizyon programının finalinde, sözüm ona halkın karşısına çıkartılan  iki unsurdan biri A diğeri B olarak finalize edilmiş ve bunlardan birisi finali kazanmıştır, finali kazananın yarış başarısı yüzde 50'nin bile altındadır, kaybedenin yarış başarısı ise %50 civarındadır. Buna rağmen 'halkın birbirleri kazansın' diye SMS attıkları, inanılacak bir olay değil ama örgütlenmiş SMS paketleri ve o paketlerle lokasyon değiştirilerek atılan ler sonucu belirlemiştir izleyici de halk oylaması olduğuna inanıyor ortada halk oylaması değil  bilinçaltına SMS ile sokulmak istenen oyun vardır, zaten programı düzenleyenin daha önceki yarışmalarında, şampiyon ettikleri de aynı örgütün mensupları çıkmadı mı? Keşke halkımızın bu oyunun dışında kalan büyük kesimi, attıkları SMS kadar SADAKA verselerdi, daha hayırlı iş yaparlardı  Zalim Fetoş ara sıra yaptıklarını masum göstermek için, bu SMS gelirlerini bazı hayırlı işlerinde de kullanmıyor değil ama önemli bir bölümünün de devlet ve memleket düşmanlarının hayrına kullanıldığı kesin; kısaca her şey göründüğünden farklı; her şey bir oyunun bir umudun; 'olmamasını dilediğim bir umudun peşinde" sergileniyor. çünkü FETOŞ taraftarları gerek Twitter ortamında, gerekse sair sosyal medyada, gerekse örgütlemiş olduğu televizyonlarda, kendilerini affet, PKK'yı affet; memleketin altına olan herkese af, kısaca Atamızın güzel sloganını provoke ederek: "yurtta sulh, cihanda sulh" hedefiyle ortaya çıkmaktadır. Ve maalesef niyetlerini de söylemlerle tweetlerle açık etmektedirler. Birazcık dikkat sorunu anlamamızı sağlayacaktır. Allah'ım zalime fırsat verme ya rabbi! ??


 
Eskiden bul karayı al parayı vardı şimdi ise internette tıklayarak soyuluyoruz:

Kendi isteğimizle soyuluyoruz
Bizim çocukluğumuzda: "bul karayı, al parayı!" diye, sokak köşelerinde, parklarda, bahçelerde; elinde üç kağıtla, yapanlar vardı. "Üçkağıtçı' lafının belki de geliş sebebi buydu, tdolandırıcılıkombalacılar ellerinde, yabancı sigaralarla tombala çektirirlerdi, çekilen tombala
torbaları hileliydi, bunun gibi daha bir küçük oyun, daha birçok gösteri bir panayır havasında, insanları kandırmaya yönelik bir şekilde yürütülüyordu; Üçkağıtçı geliyor, etrafına büyük bir kalabalık topluyor, sonra da: "mucize bir ilaç satacağım.' ya da "size zengin olmanın yollarını öğreteceğim.", sakalı çıkmayan çocuklara, sakal tozu satanları bile vardı. Günümüzde değişti bu işler, değişiğim ne kelime gelişti, artık at yarışları bile sanal mekanda  oynanıyor, kapalı kapılar ardında yığınlar, 'kafes dövüşü' izliyor, bahse tutuşuyor, gelişen dijital medya; siz farkına varmadan ya da farkına vararak, gönüllü olarak,  sizi soyuyor. Sözgelimi, internette dolaşırken, gözünüze çarpan bir reklama giriyor, bakıyorsunuz, sonra bir başka sitede  o baktığınız reklamdan 100 tanesi karşınıza çıkıyor, ister istemez size: " "gel, beni al!" diyor, "beni al, beni benden al!" diyor ve siz de alıyorsunuz, sonra sosyal medyaya giriyorsunuz, birinin tweetine beğeni atıyorsunuz, beğeni atmak bedava sanıyorsunuz, halbuki beğeni attığınız an soyuluyorsunuz, o beğeni attığınız site ya da artist ya da ünlü fenomen adı ne zıkkımsa reklam alıyor, onun reklamıns aracılık ediyorsunuz ve soyuluyorsuuz. Telefonla aranıyorsunuz size: "şunu 10 TL yerine 2 TL'ye veriyoruz." deniyor, sonra 2 TL soruluyorsunuz, soyuluyoruz, hepimiz alet oluyoruz. Arınma var ya arınma, çok önemli bir şey; bir zamanlar, ekonomik durgunluğu gidermek için: "simit al, can ver, ekonomiye kan ver!" sloganları vardı; ekonomik durgunluk vardı, onun için herkes seferber olmuş bir şeyler alıyordu; şimdi pahalılığa rağmen, alışveriş çılgınlığı var, zengini de, fakir'i de bir şeyler alıyor. Ben de diyorum ki, iştahları aşırı kardanz kabarmış zevata ders vermek için: "alma, diyet yap, giyme, eskiyi tüket!" söz gelimi bir hafta almayalım, bakın bakalım; o fiyatları nasıl düşürecekler, market  reklam yapıyor: "en az 25 kilo kemiksiz et, 4900 lira": böl 25'e ortalama 1 kilogramı 200 liraya geliyor, zaten söylerken seni kandırıyor* alma bakalım nasıl satacak, bakalım nasıl yanacak? Onların yanması fakirin yanması gibi değildir; külliyen yanarlar. Allah fakir fukaranın düşmanlarını kahretsin. Bu yazının özeti: biz bilerek soyuluyoruz, farkına vararak arınalım, (detoks) uygulayalım, biraz frene basalım, fırsatçıya ders verelim!

Sosyal Medya Yalanları
Eğer bazı haberleri ya da genel olarak haberleri, haber bültenlerinden bile izleseniz, başka bir kanaldan, başka bültenden, "doğru mu, değil mi?" diye kontrol edersiniz, ama siz siz olun  sosyal medyadan aldığınız hiçbir habere güvenmeyiniz, çünkü tamamen yalan tamamen, art niyetlix tamamen sabote edici, bir hal aldı. Toplumsal ahlak düzeyi, maalesef insanları yalan söylemeye, fesat üretmeye,  elverişli hale getirdi. Gerek iktidar kesimi, gerekse muhalefet kesimi, maalesef doğru dürüst davranmadığı için; Türkiye Düşmanları başta olmak üzere sosyal medyayı eline geçiren zevat veya telefon tuşlarının, bilgisayar klavyesinin başındaki insanlar, adeta oturma organlarından dışarı zerkettikleri gaz gibi, sözüm ona haber üretiyorlar. Az once: bilmem nerenin kuşu, bir tweet atmış: "falanca görevinden istifa ettirildi." Kanalı açıyorum, bakıyorum, o falanca görevinin başında, haber sunuyor. Sözüm ona bir ekonomist: "görün bakalım, dolar ne olacak!" diye dolar seviyor, açıyorum, bakıyorum dolar düşme eğilimine girmiş. Dolar sever, Türkiye Düşmanı, masum insanların, moralini bozmak için; sozun ona ekonomist, yalan haber üretiyor ve insanların, nasum insanların moralini bozuyor, ya haber bültenleri.: tabii hayat pahalı, alım gücü düşük, ama değişen ekonomik şartlar malların fiyatlarını anormal hale getirdi, mallar, sözcüğünü kullanıyorum: çünkü hem alışverişte kullanılan maldan, hem de ekonomiye zarar veren dev mallardan bahsediyorum; ancak kimse eskiden perperişan olanlar, gene perperişan, ama eskiden kıt kanaat getirenler, yine kıt kanaat getiriyorlar, zenginler yaşamlarını değiştirmediler; onlar da, başka bir medyanın peşinde ya popolarını sergiliyorlar, ya bikinilerini, ya da yeni sevgililerini, yatak odalarını, görüyorsunuz; bilmeye ne hacet zengin yaşamlarını hiçbirisi demiyor ki: "bu ülkede fakir var, bu ülkede yaşlı var, yoksul var, el uzatalım." Eskiden zekat ve fitre verenler, gene zekatlarını veriyorlar, yardımlarını yapıyorlar, ancak bir kesim var ki, yan gelip yatıyor, şiştikçe şişiyor, zenginleşiyor; gleniş ağızlarını, yaya yaya ya komedi yapıyorlar! Bizim çağın gençliği ve çocukluğu, Cüneyt Arkın da hayat bulmuştur  Cüneyt Arkın: toplumsever, doktor, aktör, şair, ressam; büyük bir vatansever evlattır. Onun bu özelliğini şimdi kullanan kullanana, ama Cüneyt Arkın bir değerdir. Cüneyt Arkın bu ülkenin şansıdır, Cüneyt Arkın gençliğin çocukluğun ve adamlığın hatırasıdır.
 İyisiyle, kötüsüyle herkesin ona sahip çıkması artı bir değerdir, bir buluşma noktasıdır. Keşke bu tür karakterler çok olsa! Sosyal medya yalanlarına inanmayınız, kendinizi sosyal medyanın çılgın dünyasından arındırınız; eskiden biz camdan cama anlaşırdık, eskiden sokaklarda satılan gazetelerden haberleri alırdık ve o gazetelerde yayınlanan haberleri tamamına yakını doğruydu, şimdi doğru haber bulabileceğiniz kanal sayısı bile bir elin parmaklarını geçmez. Hele Twiter var ya, ruh sağlığınızı kaybedersiniz! Arınma arınma, arınma, herkese arınma!
 

İlk ve Son Kurban
 
Üniversite 2. sınıf öğrencisiyim, biraz harçlığımdan, biraz da verdiğim özel derslerden, ve TÜBİTAK'tan aldığım bir burs ile 7. kişi olarak bir kurbana girdim. İlk heves, insanlara yardım etmenin bir yolu olarak gördüğüm kurbanı kesmek üzere bir yere gittik, mahallede ÇINAR vardı herkes de kurbanı o çınarın altında keserdi, şimdiki gibi kurban kesim yerleri yoktu; millet ya bahçesinde kesiyordu ya da bulduğu açık bir alanda, kimi zaman yol ortasında. Ben de ilk heves kurban kesim yerinde bulunuyordum, tam da paylaştırma işlemi başladığında, bir çocuk geldi: "et!" diye yalvardı, kurbanı kesenler yani benim dışımdaki 6 kişi çocuğa neredeyse taş atacaklardı, üzüldüm, çocuğu çağırdım, kendi payımdan bir miktar et verdim, biraz sonra, bir kadın geldi, elinde bir kapla kurban istedi, paydaşlar, onu da neredeyse taşa tutacaklardı, ona da payımda verdim. Çok mutlu olacağım bir günde, içime bir hüzün çöktü, paylaşlar kurbanlarını ne yaptılar bilmiyorum ama ben kurban payımı yolun ortasında bırakarak ve  ihtiyaç sahiplerinin almasını bekleyerek bitirdim. Üzülerek eve geldim, o gün benim mahvolduğum, o gün benim kahrolduğum bir gündü ve ondan sonra da asla ve asla kurban kesmedim, vaktim olduğu, nakkim olduğu dönemlerde, kurbanı Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağışladım; hala da öyle yapıyorum. Kurbanınızı Allah rızası için, kesmişseniz ve Allah'ın emriyle onu yoksula fakire fukaraya vermek zorundaysanız, lütfen onun bunun vakfına değil, Mehmetçik Vakfına, Çocuk Esirgeme Kurumu'na, Bakım Evleri'ne, Huzurevleri'ne! bizzat gidip yoksul mahallelere dağıtınız. Tabii sonradan düşündüm ki o kurban toplayan çocuk, birilerinin vasıtasıyla oraya gönderiliyor, kurban toplayan kadın bunu meslek haline getirmiş kötü niyetle kurban topluyor, bunları da öğrenince midem iyice bulandı, hayır ve sevap yapılıyorsa Allah için yapılmalıdır ve yerinde yapılmalıdır. İhtiyaç sahibine ulaştırılmalıdır, 'veren el, alan elden iyidir', Namaz, Oruç, Kelime-i Şehadet ve Hac dışındaki ibadetler, gizli yapılmamalıdır, ulu orta yapılmalıdır, yapmak isteyen herkes özendirilmelidir. Hakkıyla kurbanı yaşamak isteyenlere, Müslümanlığı iyi kavramış, kötü niyetli olmayan tüm müslümanların kurbanları hayırlara vesile olsun, yardımları ve zekatları hayırlara vesile olsun. Herkese bayram'ı hak eden herkese, hayırlı bayramlar!???



Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!
Herkesin Kıyameti Kendine
Türkiye'de olup biteni anlamak zor, bir yanda devlet yönetimi, bir yanda iktidarın içinden mi yoksa, iktidara karşı mı belli olmayan iktidar temsilcileri; diğer tarafta: "her şeye, karşıyım!" diyen bir millet ittifakı; bunların dışında hakkını teslim etmek gereken pozitif davranışlı, Türkiye Değişim Partisi, Vatan Partisi, Yeniden Saadet gibi partiler ve babasından gelen tecrübeyle devlet yönetiminde bir şeyler yapmak isteyen, öneriler getirmek isteyen, Ahmet Özal ve olup biteni üzülerek izleyen vatanse sevdalısı, devlet sevdalısı; azımsanmayacak ve sesleri çıkmayan Türkiye Sevdalıları; Türkiye dünyaya'ya paralel olarak bir Covit sürecinden geçti, geçiyor; bu süreçte devletin yaptığı fedakarlıklar, karşılıksız yardımlar, krediler, vergi ertelemeler, işsizliğe karşı, yoksulluğa karşı alınan tedbirler ve devletin her ay vermekte olduğu 10 milyon kişiye yapılan maddi ve ayni yardımlar, sadece bu değil Türkiye bu sürede küresel iklime bağlı olarak bir yangın sürecinden geçti, burada yapılan harcamalar, yabana atılır gibi değil, yangını söndürmek, 'yangına karşı söylemlerle' mücadele etmek, yananların yerine, yenilerini dikmek, peyzaj ve güzelleştirme, halkı iskan etme ve imar etme; önemli bir enerji sarfı gerektiriyor; bu enerji sarf edilirken: "yapamıyorsunuz, edemiyorsunuz, mahvolduk, yandık bittik, kül olduk!" sesleri ve tek bir çare üretmeden, Türkiye'de olup biteni, Türkiye Düşmanlarının hoşuna gider bir şekilde, sergilemek; daha dün Marmaris Orman Yangını'nda devlet Cansiperhane bir duruş sergileyerek, yangına müdahale  ederken, çıkarılan gürültü, yapılan yalan haberler, emin olmak gerekir ki yangın söndürmekten daha zor bir duruma yol açmıştır; sadece iktidara karşı olan cepheden değil, iktidarın içinden de bilerek veya bilmeyerek yapılan sorumsuz söylemler, ukalalık yapmalar, içeriden asalak gibi kemirmekte, sadece iktidarı değil, ülkeyi de kemirmekte emin olun! Bunlardan biri, BA simgeli çok büyük bir zararlı, devletin namusu sayılabilecek, 'kozmik odayı' bile onun yüzünden Türkiye Düşmanlarının emrine verdik; verenler iki kat suçlu. Cezalarını bir şekilde çekerler, ama bu baş suçlu; her dönemin adamı gibi, kıyameti hazırlayan en önemli unsurlardan biri! Her türlü melanetin başr, söylemcisi ve sebebi.  İktidar az suçlu değil, olup biteni doğru anlatamadığı gibi yaptığı iyilikleri de gürültüye kurban vermekte, icindeki  böcekler bir taraftan, istemezük cephesi diğer tarafta, Altılı Masa içindeki insanlardan ikisi hariç, diğerleri bu iktidarın içinde olmuş ya da iktidara destek vermiş, tasarruflarında sorumluluk almış; insanlar olmasına rağmen, şimdi utanmadan, aldıkları sorumluluğu kabul etmedikleri gibi, 'nasıl yardım edebiliriz?' düşüncesi yerine: "biz    gelelim!' şeklinde söylem geliştiriyorlar, şimdi de bir yalanın peşinde takılmışlar: Recep Tayyip Erdoğan bir kere daha aday olamazmış, kanun bilmezler, kanun yapmamışlar! Recep Tayyip Erdoğan halk oyu ile 3 kere gelmiştir, ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile 2 defa seçilmiştir, onun için o profesörlerin diplomalarını gözden geçirmeleri gerekir, zamanında ekseriyet çoğunluğunun ne olduğunu anlamayan zevat,  Türkiye'ye enerji kaybettirmişti, 2007'den bahsediyorum!
Hayat pahalı, koparılan gürültü fiyatları indirmiyor, aksine yükseltiyor! Enflasyon %200 ise, gürültü enflasyonu 4 katına çıkartıyor. Şimdi bayram üzeri, öyle haberler yapılıyor ki: kimse olduğu yerden ayrılmayacak, kimse bayram ziyaretine gitmeyecek ya da tatile gitmeyecek, herkes evinde oturacak, kurban pahalı, kimse kurban kesmeyecek, buna kim inanır? Buna Kadir bile inanmaz. Yalancıların yalancılıklarını 10 gün sonra görürüz, bakınız: sokaklarda kesilen kurbanlara, otobüs terminelerine gidiniz, orada konulan ek seferleri, göreceksiniz, yani akşam haberlerini izlerken; pahalılıktan, işsizlikten yoksulluktan bahseden kanal; bir ahlaksızın, 'eski hanımı ile yeni hanımı  için yaptığı dedikoduya' yer bile vermedi, taraflardan birisi Genel Başkan yardımcısı, diğeri Genel İdare Kurulu üyesi, siz hala bu kanalın samimiyetine inanın. Bakınız Mustafa Sarıgül,  Gölge Kabine oluşturmuş, iktidarın hatalarını, yapması gerekenleri yapıcı olarak söylüyor! Muharrem İnce: "neler yapacağını' söylüyor, Doğu Perinçek önerilerde bulunuyor! Türkiye'yi kötülemiyor, hiçbirisi; ama hem iktidar, hem cepheciler bindiler bir alamete gidiyorlar, kıyamete! Ahvali halı özetlemeye çalıştım. Allah sonumuzu hayır eyleye! "Neyler, görelim, neyler? Neylerse; mevlam, güzel eyler!"


Vicdan ve Kurban:

Vicdan:
Vicdan, insanın öz benliği. Kendi kendine, iyiyi, doğruyu ayrıştırma yeteneği; kendisi ile öz eleştiri yapıp, başkalarına yapması gerekenleri doğru ve yanlış olarak ayırt etme yeteneği. Evet bugünkü konumuz: vicdan. Yaklaşmakta olan kurban, vesilesi ile bu konuyu gündeme aldım. Çünkü, İslam dini bir merhamet, bir yardımıseverlik dinidir. Bu dinin temel özelliği: "komşusu açken, tok yatan bizden değildir." tümcesiyle özetlenmektedir ve yine bu dinin temel özelliği 'Allah'a şükür' deyimiyle ile şükretmek ve zikretmek üzerine kuruludur. Her türlü erkin, üzerinde bir erk olduğunu ve bu erkin Allah olduğunu; vurgulayan Müslümanlık başlı başına bir ahlak felsefesidir. Bu bakımdan: 'yilik yap, iyilik bul, yoksulu gözet, haksızlığa karşı çık, mazluma sahip çık, vicdanın gerektirdiği unsurlardır. Çokları vicdanı yastık olarak tarif ederler, eğer yastığınızda huzur buluyorsanız, eğer yaptıklarınızın bilançosunu yapıp artılarını fazla buluyorsanız, rahat edersiniz, rahat uyursunuz. Beddua ederken bile: "mezarında dik otur!" derler; neden? 'Vicdanın rahatsız olsun!' diye çünkü vicdan onu gerektirir. Ha bu arada, "iyilik yap, denize at!" tümcesi aklınızda bulunsun ve unutmayın iyilik, erinde, gecinde sizi bulur. İnanışa göreç, bu dünyada bulmaz ise, ahirette bulur. Müslümanlığın temel özelliği, azla yetinmek, bulduğuna şükretmek, fazlasını ailenden başlayarak; apartmanına, mahallene, şehrine, ülkene ilmi sırasıyla intisak etmek- 'bağışlamaktır'  İnanışa göre, kazandığınız hiçbir şey, aslında sizin değildir.  İnanmış insanlar: "benim malım var!' demez, "Allah'ın malı!" derler, o halde özellikle de; bugünlerde, Allah'ın adına şükretmek,  ve onu gerektiği gibi kullanmak herkese nasip olsun.??

Tercih Meselesi
Üniversite sınavları bitti, şimdi yoğun şekilde tercih maratonu başlıyor; bilinçli öğrenciler, zaten hedeflerini belirlemişler o hedefe doğru bir tercih yapmışlar, ancak hangi puanla, hangi okula ya da aldığı puanın yeterli olup olmadığını düşünen öğrenciler tercih için, rehberlik bürolarına, okul rehberlik servislerine, Vakıf Üniversitelerinin, özellikle  l öğrenciye: "gel, bize kaydol." şeklinde tavsiyeler vererek, tercihe yönlendirdikleri dönem başlıyor. Öncelikle, eğer sizin hayalinizde bir meslek varsa ve onu mesleği yapmayı hedeflemişseniz; aldığınız puanın karşılığı olan bir üniversiteyi muhakkak bulursunuz, uzaklık, yakınlık söz konusu değil, mutlu olmak istiyorsanız; yurtta yaşamayı, kampüste yaşamayı öğrenmelisiniz, tabii ki aile ortamından, uzaklaşmadan okumak çok tercih edilen bir durumdur ama zoru9nlu olduğunuz takdirde kazandığınız üniversitenin yakınındaki bir yurda, devlet yurdu veya özel veya da üç beş kişi birleşerek bir öğrenci evi tutmayı planlamalısınız  
Eğer sizin bir mesleğe yönlenme kaygınız yoksa, köklü üniversitelerden birini tercih eder bir lisans eğitimi alır, ondan sonra yüksek lisansla ne yapacağınıza daha bilinçli karar verebilirsiniz; bir bir meslek tercihiniz varsa; mutlak surette en düşük puan aralığında bile olsa, o programı  bulmalı ve işaretlemelisiniz; eğer "benim için, fark etmez!" diyorsanız, özel alan gerektiren programlar yerine, genel alanları: matematik, edebiyat, psikoloji, felsefe... gibi seçmelisiniz; eğer hayata atıldığınızda "bir işim olsun, düşüncesindeyseniz" o zaman sağlık sektörü, hukuk* işletme, bilişim ve iletişim, sosyal medya, grafikerlik..? gibi yeteneğiniz olan alanlarda yönlenmelisiniz, sizi birileri, kendi görüşleri doğrultusunda yönetmemeli; siz araştırmalısınız, söz gelimi: fizyoterapi seçiyorsanız, iş olanaklarını fizyoterapistlerin ekonomik durumlarını, nerede ne iş yapabildiklerini, iş ilanlarını gözden geçirmelisiniz, hemen hemen bütün programlar için aynı incelemeyi yapmalısınız! Okulların kampüslerine gitmek, donanımlarına bakmak, sosyal olanakları incelemek, mutlak surette yapmanız gereken bir durumdur. Dikkat edilmesi gereken bir durum da okul öğrencilerinin, sosyal ve demografik yapısıdır. Anlaşamayacağınız, mutlu olamayacağınız bir ortama girip; 4-5 yıl kaybetmemelisiniz! Tercih yaparken gerçekçi olunuz, kendinize karşı dürüst olunuz, avunmak için tercih yapmayınız, size akıl verenlerin aileniz dahil danıştıklarınızın önerilerini dikkate almakla beraber kendinizi bilinmeyene terk etmeyiniz. Yazının devam eden bölümünde hayatta başarılı olmanın donelerini vererek bu yazıyı sonlandırmak istiyorum.
Yalnızca okulda değil, iş hayatında da başarılı olmanız için sahip olmanız gereken en önemli meziyet yaratıcılık. Uzmanlar yaratıcılığın doğuştan kişide bulunan bir özellik olmadığını, sonradan öğrenilebileceğini söylüyorlar. Yaratıcılık aslında bir düşünce biçimi, tek farkı; "farklı" olması! 
Peki, yaratıcılığınızı nasıl geliştirirsiniz? 
• Çevrenizdekilerle iletişim kurun: Değerlerinizi herkesle paylaşın. Sorunlarla karşı karşıya geldiğinizde başkalarıyla paylaşın. Çevrenizdekilerin benzer sorunlara tepkisini gözlemleyin. 
• Beyin fırtınası yapın: Çok okuyun, çok izleyin. Aynı soruya, başka başka değer yargıları ve kültürlerin vereceği yanıtları bulmaya çalışın. Ders çalışırken bir gününüzü arkadaşlarla yapacağınız tartışmalara ayırın; aynı konu üzerinde birbirinizin fikirlerini alın... 
• Fikir ve sorularınızı mutlaka not edin: Fikirler ve sorular bir anda insanın aklına gelir, daha sonra uçup giderler; siz hiç yatağından kalkıp şiir yazan şairler olduğunu duymadınız mı! 
• Enerjinizi artırın: Spor yapın, esprili ve neşeli olun. Sorun ne kadar ciddi olursa olsun, alaya almaya çalışın. 
• Bulunduğunuz ortamı rahatlatın: bir fikir üretmek istediğiniz zaman notlardan, afişlerden hatta size konuyla ilgili çağırışım yapabilecek olan resimlerden yararlanın. Uyarıcı müzikler dinleyin. 
• Beyninize ve vücudunuza iyi bakın: Sigara, uyuşturucu ve içkinin sinir sisteminiz üzerinde olumsuz etkileri olacağını unutmayınız 
Yaratıcılığın 10 düşmanı 
• Olayları dar bir sınıra hapsetmek. 
• Çabuk yargılama ve sonuca gitme eğilimi, belirsizliğe tahammül edememek. 
• Aşırı baskı ile öz disiplini birbirine karıştırmak. 
• Aşırı ciddiyet. Hayal gücü, mizah, oyun ya da hobileri küçümsemek. 
• Bilimsellik adına sezgiyi küçümsemek. 
• Özgüven eksikliği, farklılığı göze alamama, sosyal uyum kaygıları ve korku. 
• Tek taraflı uzmanlaşma, iş ya da yaşam biçimi. 
• Olayları, kavramları zihinde canlandıramama, dilin yanlış kullanımı. 
• Farklılığa tahammül edemeyen bir aile ya da iş ortamı, sosyal ortam. 
• Dikkati dağıtan ya da iç karartan fiziksel ortamlar.
Yolunuz aydınlık olsun.
Başarılı olmak için

Bugünkü yazımda başarılı olmanın yollarını anlatacağım. Bir işe odaklanıp, o işi yapmak için insanların göstermiş olduğu gayret önemlidir. İnsanlar, başarılı olmak için önce plan yapmalıdır. Her gün kalktığımızda, yüzümüzü yıkamak dahil, o gün yapacağımız işlerin; bir planını yapıp, onu bir not defterine; şimdilerde bilgisayarımıza veya telefonunuzdaki akıllı ajandamıza yazmalıyız, o gün ne yapacağımızı, anbean maddeler halinde yazmalıyız; akşam olduğunda hangilerini yaptığımızı, hangilerini, neden yapamadığımızı tespit edip bir sonraki günün planına yerleştirmeliyiz, plansız yaşayan: rüzgarın önündeki bir kuru yaprak gibi veya nehire düşmüş bir dal gibi, kaderin cilvesine kendisini terk eder. Mesela: hava almak için bile sokağa çıktığınızda, bir plan yapmalısınız; nereye gideceksiniz, ne süre kalacaksınız, neler yapacaksınız? Bunu yapmazsanız, karşılaşacağınız ilk kişinin, planına uyar ve onun değirmenine su taşırsınız. Başarı istikrarla sağlanır, kararlılıkla sağlanır. Engeller sizi yıldırmamalıdır, tavuk restoranın öyküsünü bilirsiniz: adam hiç bıkmadan kaç yıl bu işin peşinde koşmuş ve sonunda bugünkü restaurant zincirlerini kurmuş... Başarılı olmak için hareket halindeki her şeye ilgi duymalısınız, araştırmalı, incelemeli, notlar almalısınız, işinize yarasın, yaramazsın; tanıştığınız her kişinin telefon numarasını, iletişim bilgilerini, hatta yaşam öykülerini not almalı ajandanıza kaydetmelisiniz, gün olur; bir telefon numarası, gün olur onun öyküsü, sizin bir işi başarmanız için gerekebilir. Eğer bir ajandınız yoksa, sağdan, soldan telefon numarası, iletişim bilgisi veya yaşam öyküsü dinlemek için ekstra efor sarf edersiniz, zaman kaybedersiniz. Vakit, nakittir; unutmamak gerekir. Başarının unsurlarından biri, akademik zeka değil, duygusal zekadır; arkadaş çevresi, okul çevresi, sosyal medyada tanınırlık, cemiyet hayatı duygusal zekanın önemli etkenleridir; duygusal zekayı, hoşgörü, yardımseverlik, merhamet duygusu geliştirir. Hoşgörü çok önemli bir unsurdur. Eleştirilmekten korkmamalı, olumsuz eleştirilerden, ders çıkarmalı, öz eleştiri yaparak; kendi eksiğinizi, o eleştirilerle beraber tamamlarsınız! Biri sizin dedikodunuzu, yapmışsa; ona kızmak, yerine ya da onunla yüzleşmek yerine, o dedikodunun aslı olmadığını veya aslı olduğu halde size faydalı olduğunu tespit etmek zorundasınız. Dedikoduya kızmayın, dedikodu neden olduysanız; eksiğinizi tamamlayın! Dedikodu yapanın utandırmaya çalışın ama bunun yüzüne vurmayın. İyi olmak, iyilik yapmak yardımsever olmak başarılı olmanın önemli yollarından biridir. Özetlersek: 1) Hedef belirleyip plan yapmak ve o plana odaklanmak 2)Kararlı ve istikrarlı olmak 3) Başarısızlıkta hatayı ortak arkadaşlarında değil kendinde aramak 4) Özgüven 5) Cesaret, yenilikten korkmamak 6) Gerçekçi olmak 7) Okumak, araştırmak donanımını arttırmak.8)Esprili olmak güncel olmak 9) Doğru bildiğine inanmak, 10) Eleştirel olmak farklı görüşlerden yararlanmak.




Hemen Yanımızdaki insan tipleri:
 
Evet bugün insan tiplerini, örneklendireceğiz. Bir nevi Cast tasarımı yapacağız, Hemen sağımızda, belki solumuzda, belki de kendimiz; bir tipin içine giriyoruz. İnsanlar,, dürüst, yalancı, dedikoducu, iki yüzlü... vesaire tiplere ayrılabilir.. Çokça şahit olmuşuzdur: "benden  duymuş olmayın, şu, "şunu şöyle, yapıyormuş, ben başkasının yalancısıyım" derken; zaten yalancılığını, onaylayan tipler; "benden sır çıkmaz, asla kimseye söylemem, benimle paylaşabilirsin." der ama iki adım ötede öğrendiğini, başkasına söyler, hiçbir olayı derinlemesine incelemez, sonucunun nereye varacağını bilmez, bir ikinci kaynaktan doğrulamadığı bir haberi, direkt başkasıyla paylaşır, özellikle de sosyal medyada bu tiplere çok rastlarız, söz gelimi ünlü biri "haberlerde öğrendim, adam ölmüş." der ve bunu yayar, ona inanırsanız karalar bağlamanın yanında başkasına karşı da yalancı olusunz. Güvenilir olmak kolay kazanılan bir haslet değildir; o bakımdan iyi incelemek, çok yönlü araştırmak,
 her öğrendiğine inanmamak, şüpheci olmak gerekmektedir. "İnsan ya bu, su misali kıvrım kıvrıma akar ya!" diyor şair, evet insan bu; belki çıkarları için, belki şöhret uğruna, kendisini ortama atar, ortamın tellalı olur. Bazısı çok dobra görünür ama iş ciddiyete bindi mi kaçar gider. En çok şuna şahit oluruz: bir grup veya iki 
kişi bir işe karar verir, karar aldıklarını yolda yürürler ancak iş başarısızlığa uğrar, ortaklardan biri veya birkaçı: "ben ya da biz" dememiş miydik, "senin yüzünden oldu." derler. Oysa ki kararı ortak almışlardı ama suçu başkasına atmak gibi bir huyları vardı. Bu tip insanlarla yol bürünmez! Devlet yönetiminde de bu insanlarla yol yürüyenlerin, hatta şu anda iktidar olanların, karşısındaki cepheye bakınız: bir yanında kendi başbakanı, diğer yanında bakan,ı diğer yanında partisinin genel idare kurulu üyesi, öte yanımda hala parti içinde Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi, öbür yanda Diyanet İşleri Başkanlığı'na getirilmiş olduğu kişi, hepsi, hemen hepsi; şu anda mevcut iktidarın altını oymaktalar, o bakımdan ötekilere kızmamak, gerekir. "Kızmamak gerekir!' derken masum oldukları, söylenemez. Aslında bir söz vardır:"masum değiliz, hiçbirimiz!" diye; 'ne oldu da kirlendi Dünya?'   Hoş kullanılan her şey kirlenir, kirlenecektir; buradan dönüş yoktur ama insanlar giderken arkalarında temiz bir şey bırakmak için uğraşmalıdır insanlar. Tiplemeye en güzel örnek Kemal Sunal filmleridir, adama piyango çıkar bir sürü akrabası zuhur eder, adam ölür, cenazesini kaldırmaya insan bulunmaz; iflas eder sağında solunda, yardım edecek kimseyi bulamaz. Halbuki bizim öz kültürümüzde, mahallemizde bir kişi zor duruma düşünce, diğerleri aralarında para toplar, zor durumda olana yardım ederdi. Seksenler Dizisi'nde gördüğünüz sahneler, bunun örnekleriyle doludur, zaten tipleri ararken 80'ler dizisi önemli bir örnektir. Aslında tipleri tanımak için dizilere gerek yok, her akşam televizyonda haber bültenlerini izlediğinizde, orada sayısız tip ama monoton Castlar var. 'Her gün aynı şeyi" söylemek gibi. Size bir gözlem aktarayım: ben haber izlerken haberleri, hızlı geçerek, ileri geri sararak, bazen durdurarak izliyorum; özellikle bir haber bülteni var ki, onu durdurduğumda sunucunun;  bir haber sunucusu değil de,  kin kusan bir aktör olduğunu görüyorum. Durdurarak izleyin, göreceksiniz; adamın suratındaki ifadeler, düşmana saldıran bir ifade. Halka haber veren bir ifade değil ve haber bülteninin içeriği hep aynı. 
Sonra da; dönüyorum, standart haber bültenlerine bakıyorum: "nerede ne olmuş?" Oralardan öğreniyorum. konumuz tiplemeydi. Tiplerden bir kesit sundum, düşünerek, irdeleyerek, karşılaştırarak sizi sınırlandırmaktan kaçıyorum ve bu açıdan tipleri düşünce dünyanıza bırakıyorum. Herkese hayırlı günler...  Unutmayın: 'dünya her gün, yeniden kurulur!'.
Öğretimde süper bir proje: Dahiler Üniversitesi:
Eğitim öğretimde hayal kurumlar mükemmel kampüsler:
Neredeyse kendimi bildim bileli, hayal ettiğim bir eğitim öğretim düzeni ve o alanda örgütlenmiş kurumlar. Bir okul düşününüz: 3000 metrekare açık, 3.000 metrekare kapalı alanda kurulmuş. Açık alanda her türlü spor tesisi, tasarımlı bahçe, hatta koru var; kapalı alanda tam donanımlı sınıflar, 16 kişilik sınıflarda öğretim görecekler; sonra sınıflar ikiye bölünerek 8 kişilik uygulama sınıflarında anlatılan dersin sıcak uygulamalarını yapacaklar. Öğretim 4 saat akademik eğitim, 2 saat sportif eğitim, 2 saatte sosyal eğitime ayrılacak. Her okulun ön gördüğü bir ana branş olacak; mesela biri futbol lisesi, diğeri tarım lisesi, bir diğeri müzik listesi, bir diğeri de tiyatro lisesi... vs. Temel eğitimi öğretimi asla ihmal etmeden, her okulda akademik eğitimin yanı sıra dal eğitimlerine ağırlık verilerek oluşturulacak, eğitim sistemi tasarladığım geliştirdiğim ve uygulama aşamasına soktuğum bir sistemdi. Maalesef bu işlere; sırf masum halkı dolandırmak için soyunmuş olan Fetö canavarı, bu projemi engelledi, projenin adı Türkiye Yıldız Okulları projesi idi. Her okulun şöhretli bir hamisi olacak: mesela söz gelimi futbol lisesinin hamisi Rıdvan Dilmen veya müzik lisesinin hamisi Sezen Aksu matematik lisesinin hamisi Cahit Arf... gibi; profitipi tasarlanan okullar devletin, yer, arsa temini ile beraber özel eğitim girişimcilerine ihale yoluyla satılacak ve her okulda devletin öngördüğü sayıda ücretsiz öğrenci okutulması zorunlu olacak. Özel yetenek okullarına alınacak öğrenciler, yurt geneli yapılacak tarama ile belirlenecek, bilimsel taramalar bir festival havasına dönüştürülerek; uzman kişilerden oluşan, çoklu jüriler tarafından seçilecek ve her okulun üstün yetenekli, özel yetenekli öğrencileri oluşturulacak; yani okullar mümbit bir insan yetiştirme çiftliği olacak.  2009 da  Milli Eğitim Bakanı değişince bu projeyi sunmak üzere; Sinop Milletvekilimiz, Sayın Prof.Dr. Dodurgalı ile beraber Milli Eğitim Bakanlığı'na gittim, sunuyu kendisine gösterdim, ancak intibam bu işin başarılamayacağı yönündeydi ve proj e daha sonra değerlendirilmek üzere bugüne kadar geldi  Bu projenin zirvesinde: Dahiler Üniversitesi var. Bu proje ile çok sayıda üstün yetenekli öğrenci, bilinçli olarak futbolcu, spor adamı, sanatçı olabilir. Hani: "hem artiz olsun, hem doktor olsun!" dedikleri cinsten; bir eğitim mümkün. Mutlu günler dileklerimle.
'Kişilik, kim olduğumuzu tanımlamamız için hayati öneme sahiptir. Tutumlar, düşünceler, davranışlar ve ruh halleri de dahil olmak üzere benzersiz özelliklerin bir karışımını ve bu özellikleri diğer insanlarla ve çevremizdeki dünyayla olan ilişkilerimizde nasıl ifade ettiğimizi içerir. Bireyin kişiliğinin bazı özellikleri miras alınır, bazıları ise yaşam olayları ve deneyimleri ile şekillenir. Belirli kişilik özelliklerinin çok katı ve esnek olmaması durumunda bir kişilik bozukluğu gelişebilir.' Özetle yukarıda tanımla verilen kişilik; insanların genetik yapısına bağlı olmakla, beraber çevre faktörleri, eğitim-öğretim ortamı girdiği sosyal ortamlar, yaptığı sportif faaliyetler, okuduğu dergi ve gazeteler kişiliğin oturmasında ve oluşmasında önemli bir rol oynar... Çokça çevremizde şahit olduğumuz ekonomik durumu uygun olmamasına rağmen; marka düşkünlüğü, ,(tiklik) ekonomik durumuna bağlı olarak, kendini kötü görme, küçük görme ile beraber başlayan özgüvensizlik, insanın kendisinde hissettiği sıradışılık, kişilik kaymasının en önemli sebepleri arasına girmektedir. Çevremizde çok görmekteyiz: uzun saçlı birinin, birden saçını sıfıra vurdurması ya da kısacık kestirmesi vücudunun herhangi bir yerine dövme yaptırması veya vücudunu baştan aşağı harita gibi süslemesi, kaşının bir bölümünü kestirip, kazıtıp şekil vermesi, erkeklerin eskiden Osmanlı'da bile küpe kullanması. Genç insanların, hatta çocukların; vücutlarının bir yerlerini deldirerek piercing takmaları, kişilik değişimlerinde önemli rol oynamaktadır; bu gibi davranışlar hastalık boyutuna gelmedikçe, sorun yoktur. Hatta iyi bir şeydir kişinin kendini mutlu hissetmesi için yaptığı değişiklikler. Fakat kişi şunu bilmelidir ki, erken yaşta yaptığı hal ve davranışlar; ileriki yaşlarda mesela sözgelimi; politikaya atıldığında ya da ünlü bir kişi olduğunda, karşısına olumsuz olarak çıkacaktır. Yorgunluk, aşırı dinlenme, tembellik, çok okuma, hiç okumama, aşırı spor ya da hiç spor yapmama ve her türlü aşırılıklar kişilik kaymasının ana sebepleridir. Kişiliğin oturmasında, eğitimin, ailenin önemi büyüktür. Kişilik kaymasına yol açan etmenlerden birisi de, TV'deki realite programları, kadın programları ve bir bölümü kurmaca olan bu programlara, özellikle kadınların ilgi göstermesi, 'dünyada ne tür ilginç olaylar oluyormuş?' gibi bir yaklaşımla; ruhsal dengelerinin bozulmasıdır. Magazin programları, şöhretli kişilerin yaşamları, onların giyimleri, kişilik kaymasının etmenlerinden birisidir. Yazının bundan sonraki bölümü, benim bilgim dışında, doktorların ilgilenebileceği bir hastalığın tedavisi ile ilgili olmalıdır. Bu konuda ise benim söyleyecek bir sözüm yok... Yazı sadece bir farkındalık yaratmak için yazılmıştır. Herkese iyi günler...
Türkiye üzerine oynanan oyunlar

Anılarla Türkiye üzerine oynanan oyunlar;
1997 depremi, Türkiye'yi art arda gelen iki deprem çok şiddetli şekilde, vurdu. O günün televizyonlarında, haber bültenlerinde, gazetelerde; hep yıkık binaları gördüm. Çok şükür ki o zamanlar sosyal medya yoktu ama hükümeti hep yıkık binaları, en kazları, devletin alamadığı tedbirleri gördük; arkasından 28 Şubat geldi. Haberlerde hep iktidar aleyhine yazılar, hep devleti yıkıcı haberler, bugünkü iktidar da o günlerde parti kurma aşamasında ilerlerken; onlar da bu sürecin çabuklaşmasına katkı verdiler. Çünkü zalimin hedefi, iktidarın çökertmek, kendi lafını dinleyen birilerini iktidara getirmekti. Hatta kendi adamını göndererek, ekonominin başına geçirdi ve o günkü iktidar barajı geçemedi. Maalesef Amerika başarmıştı, yeni iktidar ülkeye geldi. O gün Amerika'nın umudu; yeni iktidara istediğini yaptırmak idi, ancak geçen süre, yapılan başarılı işler, Amerika'nın moralini bozdu. Zalim Amerika Türkiye'deki yandaşlarını örgütleyerek; 'Cumhuriyet Mitingleri' yapmaya başladılar,  tıpkı şimdi; Boğaziçi Üniversitesi'ndeki provokasyon, gezi provokasyonu, Ankara'dan İstanbul'a yürüyüş, bakanlıkların önünde gösteri, pazara inip, pazarda halkı kışkırtmak için; hayat pahalılığını koz olarak kullanma gibi eylemler... Ne, o zaman iktidar karşıtları, deprem olmuş; "devlete yardımcı olalım, el birliği ile bir şeyler yapalım" şeklinde bir girişim yerine, 'yapamıyorlar, edemiyorlar!" söylemiyle nasıl iktidarın sonunu hazırlamışsa, bugün de örgütlü olarak iktidarı indirmek, için ellerinden geleni yapıyorlar. Hain darbe teşebbüsünü: 'kontrollü darbe' olarak nitelendiren çevreler, kapatılan kanalları yerine, örgütledikleri yeni kanalları vasıtasıyla, gündemi halkı korkutmak, isyan ettirmek, devlete düşman etmek, gibi bir misyona soyunmuştur. Şöyle bir hatırlayalım: yakın tarihte, pandemi başladığı dönemde, kendi haber bültenlerinde ana konu: pandemi ve Türkiye'nin başarısız olduğu, 'vaka sayıları doğru değil, ölüm oranları daha fazla, alınan tedbirler yeterli değil, tam kapalılık öneriyoruz!' gibi sorumsuz davranışlar, kapatılan dükkanları ve işinden olanları gündeme getirerek; insanların acıma duygusunu sömürmek, devletin yaptığı yardımların yetersiz bulmak, yapılan her şeye bir kulp takmak. Bu haber bültenlerinden hatırlayacaksınız. Tıpkı şimdi, pandemi sonrası ekonomik çöküşte oluşan, yeni para sisteminin, fiyatları üzerindeki olumsuz etkisini sömürerek, halkı korkutarak ve kışkırtarak yaptıkları haberler gibi. Önce pandemi haberlerini abartarak ve Türkiye aleyhine kötüleyerek verdikten sonra, 'aşı  anlaşması yapmadılar, yapamadılar, kandırılıyoruz!' gibi haber bültenleri yaptılar. Aşı geldi, aşı olmama ile ilgili kampanyalar yaptı lar. Aşılara kulp buldular. Çin ile yapılan aşı anlaşmasını, sanki gündemde daha önce Uygur Türkleri yokmuş gibi, Uygur Türkleri'ni kullanarak bozmaya çalıştılar. Şimdi de haber bültenlerinin içeriği kur korumalı mevduata karşı çıkma, pazardaki artan fiyatlar, süt fiyatları, et fiyatları ile üreticiyi sömürmeler... Her haber bülteninin hemen tamamını, bunlara ayrıldığı gibi, karşı çıkan her muhalefetin liderine, particiklere, hatta parti olamamış; parti görünümlü insanlara,  daha dün iktidardayken, hala ve hala  iktidar içinde yaşayan, şimdi iktidar karşıtı olarak önlerine birer mikrofon, boş boş konuşanlar. Geçen gün, Oda TV yazarı, "Erdoğan'ı indirmek uğruna Türkiye'yi batırmayalım, devleti batırmayalım!" diye bir makale yazdı. Provokasyoncular; muhalif bir yazarın bile, vicdanını kanattılar... Yerel seçimlerde, iktidara karşı darbe provası yaparak, (seçim tekrarlayarak iktidar da buna çanak tuttu.) Seçim kazananlar; şimdi umutlarını, yapılacak yeni seçime bağlamaktalar! Halkımızın dikkatli olması gerekir. Şunun bilinmesi gerekiyor: bugün devlet yaklaşık 10 milyon kişiye karşılıksız yardım yapmakta, maaş vermekte;(hatta hak etmediği halde bu maaşları alanlar da var.) yakacak yardımı, yoksulluk yardımı, yiyecek, içecek yardım,ı süt yardımı... daha burada sayamadığım çok çeşitli yardımlarda bulunmaktadırm Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları vasıtasıyla da her türlü ihtiyaç sahibinin yardımına koşmaktadır. Esnafa zor, durumda bulunan üreticiye maddi katkı sağlanmaktadır. Yani her şey, televizyonda gösterildiği kadar kötü değildir, belirli bir normalleşme sürecinden sonra da tamamen olağan duruma geçilecektir, korkuya ve endişeye mal yoktur. 2000'de böyle olmuştu. 2009'da böyle olmuştu. 2023'te de her şey güzel olacaktır.
Bu yazı; şunu, bunu korumak amaçlı değil, Atatürk Türkiyesini korumak amaçlıdır. Bugün iktidar adayı  hiçbiri, 'şu ekonomik kararı, şöyle yapalım; şu eksiği, şöyle düzeltelim, alternatif çözümler üretmek yerine, adamsan çık karşıma, yapmazsam adam değilim.' gibi boş vaatlerle hedefe yürümektedir... Allah ülkemizi düşmanlarından korusun
 ????

Kimlerin değirmenine su taşıyoruz, kimileri zengin ettik?
Evet, bugünkü yazımızın başlığı bu; bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek, birbirlerini zengin edip, sonra da onların hayatlarına imrenerek, bakıyoruz, bakıyorsunuz. Farkında olmadan; saf ve masumane duygularınızla, söz gelimi: aldığınız bir konser veya tiyatro biletiyle veya internette dolaşırken bir beğeni tıkıyla veya bir takip tıkıyla; kimleri zengin ettik, kimler zengin oldu? Bu sempati rüzgarına, kapılıp ya da dost görünüp, düşman çıkan, bir yığın insan, bir yığın düşman. Belki bıktınız; ama zengin ettiklerimizin başında, zalim Amerika'nın 'Elma' logolu teknoloji firmasıyla, daha 1970'lerde inanmış halktan, kurban ve zekat toplayan FETÖ var. Üzülerek söylemek gerekiyor ki, bunlara yaptığımız yardım gibi, şu anda da bilerek ya da bilmeyerek; tiyatro biletleri ile konser biletleri ile belediye vergileri ile belki de devlet vergileriyle PKK'ya ve uzantılarına maddi destek veriyoruz, yardım ediyoruz! Farkında mıyız? Farkında olsak yapar mıyız? Beddua ettiğimiz, tiksindiğimiz, birilerine yıllarca yardım ettik, genç kızların, orta yaşlı kadınların, hatta yaşlı insanların; peşinden koştuğu şarkıcılar, saniyesinde binlerce dolar kazanan, komedyenler üzerinden cebimizdeki paraları istemediğimiz odaklara harcadık! Farkına varmazsak daha uzun bir süre harcamaya devam edeceğiz, o şöhretli insanlar sizin farkınızda değil ama kim bilir kaç kişi onlara ulaşabilmek için; üstünü başını yırttı, kendisini jiletledi, türlü türlü işkencelere maruz kaldı? Ekmeğinden, aşından kesip onları zengin etmek için para harcadı. Şimdi de karşısına geçip onları hayranlıkla izliyor. Bu yazı genişleyebilir, bu yazıya ekleme de yapılabilir ancak: 'farkına varın' diye özetle burada kesiyorum. Şunu da yazmadan edemeyeceğim, dilemem ama bir gün bunlar, Türkiye'de affedilip, hatta şimdiden "'Kader Mahkumları' hapishanelerde boşuna yatırılanlar!' diye, onlar için, af dileyenler, İstanbul sokaklarında onların çalıştırmakla kalmayacak, belki de devletin içinde görev bile vereceklerdir! Allah'ım bize o günleri göstermesin.??

Gerçeği kavramak ve kabullenmek
Gerçeği kavramak ve kabullenmek: bugünkü yazımızın ana konusu, 'gerçekler acıdır ve acıtır!' diye bir söz var; o bakımdan bu yazı pek hoşa gidecek bir yazı değildir. Aslında yazması insanın içini acıtıyor, çok kötü bir 2 yıl geçirdik, hatta 2 yılda aşkın bir süreyi pandeminin gölgesinde geçirdik. Pandemi sürecinde ülkemiz, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında, oldukça efor sarf etti. Düşünebiliyor musunuz? Zalim Amerika'ya bile yardımda bulunduk, kaldı ki yoksulluğun kol gezdiği dünyada, Afrika'da, uzak doğuda, yaşayan insanlara gösterdiğimiz yardım ve insanlık takdire şayandır. Ancak bunların bir bedeli var! Türkiye'de bugün devlet, 10 milyon civarındaki kişiye maddi ve nakdi yardım yapmaktadır.  Yakacak yardımı, parasal yardım, yaşlılık maaşı, engelli maaşı, fakir fukara fonu.... vesaire... Üstelik pandemi sürecinde yapılan karşılıksız yardımlar. Bütün bu olaylar. gerçekken pandeminin arkasından, ülkemizde oluşan hayat pahalılığı, bir takım trolleme faaliyetleri  ile birlikte alım gücünü düşürmüştür.  Bir de bunu sosyal medya ile ve troll haberlerle kışkırtınca, halkın canı daha çok yanmaktadır. Şimdi, olup biteni, matematiksel olarak gözden geçirirsek, asgari ücret _yeterli olmamasına rağmen %50'nin üzerinde arttırılmış_ buna karşılık sosyal yardımlar da aynı oranda arttırılmış; ama devletin geliri o ölçüde artmamıştır. Özellikle pandemi sürecinde yapılan vergi ertelemeleri de bunda etkendir. Pandemi sonrasında oluşan fiyat düzlemi, maalesef doğru algılanamamaktadır. Pandemiden önce bir dolarla  6 ekmek alabiliyorduk; şimdi bir dolara 6 ekmek alabiliyor muyuz? Pandemiden önce domatesin kilosu 0,50 dolardı, ortalama olarak şimdi de domatesin kilosu 0,50 dolar. Bunu hemen diğer ürünlere genellenebilir. Bu gözle bakıldığında durumu anlayabilirsiniz; ben fiyatlara bu gözle bakıyorum, pandemiden önce ortalama bir dolara aldığım 1 litre sütün fiyatı bugün 1 doların altında; yani siz enflasyonun köpüklü olduğu fiyatlarla TL bazında bir karşılaştırma yaparsanız, fiyatların uçup gittiğini zaten farkındasınız ama olayı bu açıdan değerlendirdiğinizde içiniz yansa da, realiteyi kavrayacaksınız. Bunu söylemesi zor ama dedik ya: 'gerçekler acıtır, acıtır!" Türkiye şundan emin olmalıdır ki: geçen süre içerisinde, devletin yapacağı yeni hamleler beklenen  normalleşmeyi  sağlayacaktır. Emisyon hacmindeki genişlemeyi, dikkate alan, FED faizlerinde meydana gelen değişmeyle, Türkiye'deki dolar fiyatını daha da köpürtmeye çalışan; Türkiye Düşmanları, dolar yükseldikçe sevinmektedir ve doların yükselmesi için ekstra haber yapmaktadırlar; halk bunların farkına varmalıdır. Yalan haberle ilgili bir yasa çıkacak, bunu bile bu odaklar; (dolar seviciler pahalılık çığırtkanları) 'sansür yasası' diye yormakta ve medyadaki bilgi kirliliğine rağmen bu yasaya karşı çıkmaktadırlar. Çünkü onlar Türkiye Düşmanıdır.

‌ dolarseverdir Amerikan severdi pahalılık çığırtkanıdır. Sürçü lisan ettiysek affola.ibadetler ve kurban:

"Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik.
Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Asıl sonu kesik olan, senin düşmanın (sana buğzeden)dir"
Kevser suresi ile vahyolunan kurban, ibadeti, müslümanların yaptıkları ibadetlerden biridir ve çok önemli bir ibadettir. Ülkemize bakıldığında, yoksulluk sınırında, dar gelirli, orta gelirli insanlarımızın hayat pahalığına maruz kaldığını görmekteyiz. Böyle bir ibadetin doğru dürüst yapılması, toplumumuzu rahatlatmanın ötesinde, önemli bir dini vecibenin de yerine getirilmesini öngörmektedir. Ancak bu ibadet ülkemizde usulüne uygun olarak yapılmamaktadır. Hocanın verdiği fetva ile; üçte biri sana, üçte biri komşuna, üçte biri fakire fukaraya! Yok öyle şey! Hep ihtiyaç sahibine, hep ihtiyaç sahibine; yoksa ibadetiniz yalan ibadet olur!

"Gördün mü dini _yalan sayanı?_

İşte odur _yetimi itip kakan;_
_Ve yoksula yedirmeyi özendirmeyen!_
Vay haline _o namaz kılanların ki,&
Onlar _namazlarının özünden uzaktırlar._
Onlar _halka gösteriş yaparlar._
_Hayra da engel olurlar._"
İşte maun suresinde Allah'ın gazabını üzerlerine çekenler, kurban eti ile kavurma yapanlar, kurbanı hak sahibine vermek yerine, difrizlerinde depolayanlar; işte onlar yalan ibadetin, gösteriş ibadetinin, baş günahkarlarıdır. Bugünlerde, televizyonlarda, sosyal medyada, internette, velhasıl reklam dünyasında ana unsur, deep freez, et kesme makineleri, kıyma makineleri, et yemeği tarifleri pek revaçtadır; çünkü reklamcı da, yani tüccar da yapılan, ibadetin bir yalan ibadet olduğunu; fakire fukara yardımının olmayacağını, pekala bilmektedir. Cemaatle namaz kılarken, 'millet görsün' diye seccadeyi yolun kenarına atanlar, o karmaşada nasıl bir namaz konsantrasyonuna sahip olacaktır? Çünkü yaptığı iş gösteriş ibadetidir. Lütfen islamı doğru yaşayanlar, yaşamak isteyenler, islam olmadıkları halde, müslümanlarla ortak yaşamı benimsemiş, müslüman olmadığı halde kurban kesenler, lütfen; fakiri, fukarayı gözetiniz. Biliyorsunuz bu dönem aynı zamanda islam'ın 5. şartının da dönemidir. Zekat ve sadaka dönemidir. Allah hakkıyla İslam'ı yaşayanlardan, yardım ve sadakalarınızdan razı olsun. Allah'a emanet olun?

Fanatizm:
Bir gruba, bir kişiye, bir takıma duyulan: hayranlıkla tutkunluk. Birinin ya da bir takımın ya da bir grubun fanı olmak belirli kriterler içerisinde bakıldığında olağan sayılan bu duygu ve davranış biçimi; aşırı boyutlarıyla bir hastalığın göstergesidir. Düşünebiliyor musunuz? Bir futbol takımına taraftar olduktan sonra, o futbol takımının başarısı için, canını dişine takmak, servetini bu yolda harcamak, kavga çıkartmak, gerektiğinde ölümü göze almak; fanatizmi belirli özelliklerindendir. Bir kişiyi, bir grubu, duyduğunuz tutkun duygularla zengin edebilirsiniz. Fanatiği olduğunuz kişinin veya grubun bundan haberi de yoktur. Onun taraftarlarından biri olmak, onun kolay para kazanmasını, bir reklam yıldızı olmasını sağlayabilir. Zaten de, sosyal medyadan takipçi sayıları ile kolayca para kazanan ünlüler, kazançlarını fanatiklerine borçlu değil midir? Onların imrenilen yaşantıları, taklit edilen davranışları, hasta gruplar ve toplumlar yaratmaya adaydır ve eğer fanatiği olduğunuz kişi veya grup sorumsuzsa; yardım duygularından uzaksa, siz boşuna enerjinizi harcıyorsunuz demektir. Takım taraftarlığı, parti taraftarlığı, sosyal grup taraftarlığı bir ölçüde normaldir; ancak bir kişinin rızkını; takım uğruna, aile mutluluğunu, akrabalarının geçim kaynaklarını, fanatiklik uğruna harcamaları; tıpkı kumar gibi zararlı bir davranıştır ve tedavi edilmesi gerekmektedir! Fanatizmi takım taraftarlığı, parti taraftarlığı gibi sınıflandırılabiliriz. Fanatizmin diğer hastalıklı bir çeşidi: marka tutkunluğudur; marka tutkunluğu, tıpkı kumar gibi zararlı bir alışkanlıktır. Fanatiklerde aile huzuru tehlikededir: düşünün bir şov yıldızına tutkun olan bir kadın ya da erkek düzenli bir  aile hayatı yaşayabilir mi? Eşlerden biri diğerini kıskanmaz mı? Ya da bunu normal kabul etmesi mümkün müdür?  Kısaca özetlersek: TV'lerde bolca reklam yapan; artist ve aktörler, ateş pahasına satılan; gerçek değeri, göstermelik fiyatının; binde biri olan markalar, hep birer fanatik hastalığıdır. Sizin imrenerek baktığınız hayatların sebebi sizlersiniz, bizleriz...


Alışveriş Hastalığı ve Gönüllü Dolandırılmak
‌Belki de hemen hepimizin başında olan, karşısına gelen, bir türlü insanın kendisini alamadığı, bir hastalıktan bahsedeceğim: alışveriş hastalığı. Öteden beri, internetin yaygınlaşmasından sonra başlayan; uzaktan satış, online alışveriş sistemleri, zahmetsizce evden yapılan siparişler, çoğu sürprizle karşılaşmalar, aldatıldığını ürünü aldığında anlamak, hemen hepimizin başına gelen bir olgudur. Öncelikle şunu bilmek gerekir, hiçbir tüccar size zararına satış yapmaz, hiçbir tüccar karı olmadan size hediye vermez, eğer size hediye veriyorsa; bir sonraki aşamada sizi kandıracağının bir kanıtını elde etmektedir. Gasp, sadece sokakta yürürken, birinin size yaklaşıp, kolunuzdaki çantayı alması veya kalabalıkta yanınıza yanaşıp cüzdanınızı çalması değildir. Göstere göstere gasp suçları işlenmektedir. Bunlardan en masum olanı: mesela '100 lira alışveriş yaparsanız, size 50 liralık bir şeyi 10 liraya önerirler' siz, zorunlu olarak o ürünü almak için, belki de ihtiyacınız olmayan 100 liralık alışveriş yapmışsınızdır; siz aslında kandırılmışsınız siz aslında soyulmuşsunuz, bir başka masum dolandırıcılıkta; bir alana, bir bedava kampanyasıdır, o kampanyayı yaparken; hırsız, ürünü aldığınızda iki tane işaretlememişseniz, istemediğiniz halde, o ürünü iki kat fiyatı almış olursunuz; bazen de iki tane işaretlersiniz ama siteyi arızalı yaptığı için, hırsız, bir tane işaretlemiş görünürsünüz, siz gene iki katkı kazıklanırsınız. Uzaktan satış yapanların en önemli kozlarından birisi, size, bir tarih ve  bir saat aralığı vermekte ve siz alışverişinizi, o tarihe ve o saat aralığına denk getirmek zorunluluğunu hissedersiniz ve beyniniz artık illa o zaman aralığında: "ben o ürünü almalıyım.' emrini almıştır. Hiç kimse size, fazladan hediye vermez. Kandırıldınız. kandırıldık ve maalesef ticaret bakanlığı bu tür sahtekarlıkların, önüne geçmekte geç kalmaktadır. Bu tür, zaten bir sürü yasa çıkmasına rağmen, maalesef yasalar uygulanmamaktadır.  Üzerinizde, sürekli bir baskı, sürekli bir abluka vardır. Size, 'falanca mekanda %50 indirim, filanca üründe 200 TL hediye kupon, sizi soymak için hazırlanmış, envai çeşit entrika, sizi, bizi, hepimizi kuşatmıştır. Modern dolandırıcılıkta bir numara GSM şirketleridir. Hiç gereği yokken bir telefonla aranırsınız: "efendim tarifeniz de, şunu uyguluyorsunuz, size 10 lira daha fazla verirseniz, şöyle bir tarife öneriyoruz, ya da 5 liraya hediye saklama alanı veriyoruz gibi...." sizi kandırmaya, dolandırmaya yönelik faaliyetlere, şahit olursunuz; kısaca biz hepimiz, bir şekilde alışveriş hastalığına tutulup, soyuluyoruz. Farkında mıyız? Degiiz, bu yazıdan sonra farkına varacak mıyız? Varmayacağız ama benden uyarması en azından bir farkındalık yarattıysam ne mutlu bana. Yazıya son vermeden önce üzerimizdeki ablukalardan bir başkası, sözüm ona, televizyonculuk adına, yavaş yavaş konuşan, 'konuşma özürlü' gibi konuşan sunucular, sırf reklam almak için: "biraz sonra haberimizde" gibi laflarla aynı cıngılı; 10 kere, 20 kere döndürmeler: ruh ve duygu hırsızlığıdır; aynı tavır internette de vardır. Mesela: "şundan bir bardak içerseniz, zayıflarsınız!' diye başlık atıyor ama o içeceğiniz şeyin ne olduğunu bir türlü söylemiyor, ardından da bin bir türlü hikayeler... Yani velhasıl, hem manen hem de maddeten soyuluyoruz.
 

Motto
Nefes aldığın sürece,
Sana bir can emanet edebilmek için,
Her gün yeniden doğacağım. 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol